30.03.2008

Rekor diye buna derler

31.03.2008

Rekor diye buna derler


YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan 5 bin YTL maaş alırken, Gazi Üniversitesi'nin yasakçı Rektörü Kadri Yamaç'ın aylık geliri 39 bin YTL.

Kartel medyası YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan’ın maaşının 15 bin YTL’ye yükseltileceğini iddia etmişti. Ancak Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, “YÖK Başkanı ile ilgili düzenleme henüz Bakanlar Kuruluna gelmedi. Haberde iddia edildiği gibi YÖK Başkanı'nın maaşı 15 bin YTL değil, 6 bin 609 YTL olması öngörülüyor” demişti.
YÖK Başkanı'nın muhtemel geliri tartışıla dursun rektörlerin bir aylık gelirlerinin en az 90 asgari ücrete eşit olması gündeme bile gelmiyor. BBP Genel Sekreteri Yalçın Topçu’nun yaptığı bir çalışma rektörlerin bir aylık gelirlerinin; döner sermaye gelirleri, tazminatları, ek ders ücretleri, unvan ve diğer yan ödemelerle birlikte 40 bin YTL’yi bulduğunu ortaya koyuyor. Örneğin Gazi Üniversitesi’nin laikçi ve yasakçı Rektörü Kadri Yamaç’ın aylık geliri 39 bin YTL. Yamaç, bu muazzam kazancı ile 90 asgari ücretliye bedel oluyor. Yamaç, ayrıca bu geliriyle 16 bin 146 YTL maaş alan Cumhurbaşkanı ile 8 bin 751 YTL maaş alan Başbakanı da geride bırakmış oluyor.
LAİKLİK BAHANE MAAŞLAR ŞAHANE
Vakit’e konuşan, BBP Genel Sekreteri Yalçın Topçu, laiklik diye ortalığı ayağa kaldıran rektörlerin iş maaş konusuna gelince sustuklarına dikkat çekerek, “Yoksa bazı yasakçı rektörlerin, totaliter bir laikçilik yaparak, suni krizler çıkarıp, üniversitelerdeki demokratik ortamı sabote etmelerinin sebebi bu ekonomik imkânları kaybetme korkusu yaşamaları mıdır?” dedi. Topçu, kendilerini devletin hamisi ilan eden rektörlerin, aylık ne kadar gelir elde ettiklerini bütün ayrıntısıyla kamuoyuna açıklamaları gerektiğini de dile getirerek, “Bu rektörlerden, ‘laiklik bahane, maaşlar şahane’ şeklindeki kamuoyu vicdanında oluşan rahatsızlığı giderecek, gerçekçi ve tatminkâr cevaplar bekliyoruz. Bu konuyu parti olarak TBMM gündemine taşıyacağımızı da ifade ediyoruz” şeklinde konuştu.
MAAŞLAR KONUSU GÜRÜLTÜYE GETİRİLİYOR
Üniversite Öğretim Elemanları Dayanışma Derneği Başkanı Prof. Dr. Şefik Dursun ise, bazı üniversite rektörlerinin öğretim üyelerinden çok fazla gelirlerinin olduğunu bildirdi. Üniversiteye ayrılan payın büyük bir kısmının maaşlara gittiğini kaydeden Dursun, “Ancak curcunaya getirilerek dağıtılan bu maaşlar siyasi ve ideolojik tartışmaların kurbanı oluyor ve ne yasama organında, ne YÖK’de, ne de ÜAK’ta hiç görüşülmüyor. Kimse öğretim üyelerinin ne kadar maaş aldıklarını ne kadarını bilimsel araştırmaya ayırabileceklerini gündeme getirmiyor” dedi. Türkiye’de ideolojik ve siyasi değerlendirmelerin üniversitelerin bilimsel çalışma yapabilmelerinin önündeki en önemli engel olduğunu söyleyen Dursun şunları kaydetti: “Akademik ve bilimsel çalışmalar huzurlu ortamda yapılabilir. Bilgi ancak huzurlu ortamda üretilebilir. Ancak üniversitelerimizde maalesef huzurlu bir ortam temin edilemediği için bugüne kadarki gelişmeler gelecekte bu işin biraz zor halledileceği doğrultudadır. Bence huzurlu olan ortamda herkes hakkıyla hakkaniyetle layık olduğu imkânı kullanır. Böyle bir ortamda ilk 500’e bir tane değil birçok üniversitemiz girer. Ben Türkiye’deki üniversitelerin potansiyelini iyi görüyorum, ancak iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Organizasyonu iyi yapılamadığı için, genellikle bilimsel ve akademik çalışmalardan ziyade siyasi ve ideolojik tartışmalar olduğu için üniversitelerimiz bu seviyededir. Bu durum Türk üniversitelerinin ilk 500’e girmesi veya bilimsel çalışmalarının önünde büyük bir dezavantajdır.”

Vakit 31.03.2008

25.03.2008

Bir devrimcilere bakın, bir de insanlara

Bir devrimcilere bakın, bir de insanlara

Vakit Gazetesi Yazarı Hasan Karakaya, İlhan Selçuk'un gözaltına alınması üzerine medyanın ortaya koyduğunu tutumu eleştirdi.

İşte Karakaya'nın "83 yaşında, yaşlı ve hasta İlhan Selçuk` ha! başlıklı yazısı...

Gerek AK Parti hakkında "kapatma dâvâsı" açılması, gerek "Ergenekon terör örgütü"ne yönelik operasyonlar, gözaltılar ve tutuklamalar; olayların kendisi kadar, "kimin, hangi safta" olduğunu ortaya koyması açısından, aslında çok çok iyi oldu... Kim "bağımsız"dır, kim "güdümlü"dür!.. Kim "objektif"tir, kim "tarafgir"dir!.. Kim "adalet"in yanındadır, kim "militan demokrat"tır, bir defa daha ortaya çıktı. Evet, "maske"ler düştü, "kel"ler göründü... Bir defa daha gözler önüne serildi ki; "Benim teröristim iyidir" mantığı hâlâ yürürlüktedir... Eğer İlhan Selçuk "sabaha karşı gözaltı"na alınmışsa, "Emniyet'in operasyonu tu kaka"dır!..
Ama "Anadolu Sermayesi"nin işadamları gözaltına alınmışsa, böyle bir operasyon "baştacı"dır!..
İlhan Selçuk'un evine "baskın" yapılması "tu kaka"dır ama, "Merve Kavakçı"nın evinin "tekmeler vurularak" basılması, "baştacı"dır!..
"83 yaşındaki yaşlı ve hasta İlhan Selçuk"un maruz kaldığı muamele "skandal"dır, ama "28 Şubat süreci"nde İHL'de okuyan kız çocuklarının incecik bileklerine "kelepçe" takılması, "polis görevini yapıyor"dur!
İlhan Selçuk, “dokunulmaz” ya!..
İlhan Selçuk, “imtiyazlı bir vatandaş” ya!..

AĞZI OLAN KONUŞUYOR!
Hiç kimse eğip, bükmesin...
Hiç kimse "orospuştluk" yapmasın!..
Ve hiç kimse, "benim teröristim iyidir" mantığıyla hareket etmesin!..
Bu ülkede, "Erbakan hapse atılmadı" diye kıçlarını yırtarcasına bağıranların, "İlhan Selçuk'a ağıt yakma" hakkı yoktur!..
Bu ülkede; Merve Kavakçı'nın evini basan dönemin DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel'i alkışlayanların, "Ergenekon operasyonu"nu yürüten Savcı Zekeriya öz'e söz söyleme hakkı yoktur!..
Ama, tabiî ki, kimsenin ağzı "torba" değil!..
Dolayısıyla "büzmek" de mümkün değil!..
"Ağzı olan konuşuyor" işte..
Meselâ, diyorlar ki;
¥ "Gözaltına alındığı ilk 24 saatte İlhan Selçuk'un avukatlarıyla görüştürülmeyerek savunma hakkının kısıtlanmasının nedeni nedir? Sorgulamalar boyunca muhtemel bir sağlık sorununa karşı tedbir alınmış mıdır? Alınmadıysa neden? Alındıysa bu tedbirler nelerdir? 12 Mart ve 12 Eylül darbe dönemlerindeki uygulamaları hatırlatan bu gözaltına almalar, iktidar partisinin muhalif basını susturma ve sindirme operasyonunun bir parçası mı?"
¥ "Atatürkçülüğünden, Cumhuriyet'in niteliğine bağlılığından en ufak endişe duyulmayan bir İlhan Selçuk'u, gece yarısı evinden alıp götürüp 48 saate 1.5 saat kalana kadar sorgularsan; bu bir kötü muameledir, işkencedir, bu bir haksızlıktır."
Evet, "utanmadan-sıkılmadan" ve büyük bir "pişkinlik"le bunları söylüyorlar!..
Ama, dikkat ediyor musunuz;
Sadece "12 Mart" ve "12 Eylül" dönemindeki uygulamaları hatırlatıyorlar!..
Her ne hikmetse;
"27 Mayıs İhtilâli"ni es geçiyorlar!..
Niye es geçiyorlar?
çünkü orada "suçlu"lar!.. çünkü orada ne "insanlık" var, ne de "adalet"ten en ufak bir kırıntı!..

27 MAYIS TÜRKİYESİ VE BUGÜN!
Malûm ya; Danıştay Başsavcısı Tansel çölaşan gibilerin gözünde 27 Mayıs Darbesi bir "devrim"dir!..
Tabiî, "insanlık dışı, kanlı bir devrim!"
Niye "insanlık dışı"dır, niye "kanlı"dır ve niye “cinayet”tir, küçük bir örnek vereyim:
Dünkü Arşiv sayfamızda yayınlanan Yavuz Donat'ın yazısı, merhum Tevfik İleri'nin maruz kaldığı "kötü muamele"leri, "işkence"leri ve "haksızlık"ları gösteren bir "ibret belgesi"dir!..
31 Aralık 1961'de 49 yaşında iken ölen Tevfik İleri "Kayseri Cezaevi'nde hastalanır."
Hastaneye kaldırılır.
Doktor der ki;
"Durumu iyi değil, kapı kapalı kalsın, cereyan hasta için zararlı."
Ama kapı "bütün gece açık tutulur."
Zira "komutan böyle uygun görmüştür."
Eşi ve çocukları "hasta Tevfik İleri'yi" binbir güçlükle ziyaret edebilirler. Bu sırada bir hemşire "hastaya büyük bir ihtimam gösterir."
Ve hemen hemşire hakkında soruşturma açılır:
- Bu hastayla neden çok ilgileniyorsun?
Hemşire "savunmasını" yapar:
- Ben mesaimi bu hastaneye sattım; fakat ruhumu kimseye satmadım... Hastaya özen göstermek benim insanlık görevim.
Düşünebiliyor musunuz;
"Hastayla ilgilendi" diye, bir "hemşire" hakkında soruşturma açılıyor!..
Ne zaman?..
1961'de?..
Ya bugün?..
1961 Türkiyesi'nde Tevfik İleri böyle bir muameleye maruz kalırken, Mart 2008 Türkiyesi'nde gözaltına alınan İlhan Selçuk'a, yanındaki polisler soruyor:
"Size abi dersek kızar mısınız?"
Bir “devrim”(!)cilere bakın, bir de “insan”lara!..
KİM, DAHA İNSAN?!?
"Dün"den ve "bugün"den fotoğraf kareleri yansıtmaya devam edelim:
Tevfik İleri'nin "durumu ağırlaşır."
Ankara'ya "Ankara Hastanesi'ne" yollanır.
Cahide İleri;
“Artık babamı tanıyamıyordum.
Kayseri'de tükenmiş, bitmişti” diyor!..
Ankara'da bir ay yatar.
Ve 31 Aralık 1961'de "yılbaşı gecesi" ölür.
49 yaşında.
öldüğünde "5 kuruşu yoktu."
"Günlüğünde" şu not bulundu:
"çocuklarıma bırakacağım en büyük servet, fakr-ü zaruret karşılığı da olsa, şeref ve namustur.
Bir anektod daha:
Tevfik İleri "Yassıada'ya yollanır."
"İdam talebiyle" yargılanmaya başlanır.
"Geride" beş parasız bir eş...
Ve "3 çocuk."
"19 yaşındaki kızı Cahide" başlar iş aramaya, "İngilizcesi" var. "10 parmak daktilo" yazıyor.
Güç bela bir iş bulur.
"Yarın gel, başla" derler.
Ama ertesi sabah da özür dilerler;
- Kusura bakmayın... Soyadınızın İleri olduğunu bilmiyorduk... Size iş veremeyeceğiz.
Cahide Hanım şimdi "İngilizce öğretmenliğinden emekli."
"Size bir şey daha anlatayım" diyor:
- Bana çok dokunmuştu... Günlerce ağlamıştım.
Ve "sanki o günleri yeniden yaşayarak" anlatmaya başlıyor.
Cahide İleri trene biniyor. İstanbul'a gidiyor.
Yassıada'daki babasını ziyarete.
önce, diğer ziyaretçilerle "bekleme odasına" alınıyor.
Odada "bangır bangır" radyo yayını;
- Tevfik İleri'nin kızı Cahide, Paris'ten bavullar dolusu eşyayla dönerken yakalandı.
Oysa Cahide "Paris'i rüyasında bile görmemiş."
Ortada ne "bavul" var, ne "yakalanma."
Şimdi de, "bugün"den bir fotoğraf karesi!..
İlhan Selçuk anlatıyor:
"Gözaltındayken yanındaki polisler 'Size abi dersek kızar mısınız' diye sorduklarında güldüm. Merdivenlerden inerken koluma giren polis memuruna 'Kaçacak halim yok' deyince, 'Yok abi, bir şey olmasın diye koluna giriyorum' dedi.
Evet böylece de epeyce yaşlandığımı anladım."
Bu diyalog da gösteriyor ki; İlhan Selçuk gözaltında iken, "son derece iyi muamele" görmüş!..
Ya Tevfik ileri?!?..
Ya, diğer "Yassıada sakinleri"?!?.
"Dün" ve "bugün"ü kıyaslayın ve görün bakalım "kim, daha insan"dır?..

GİRİTLİ OLDUĞU İçİN Mİ?
Hiç kimse, "27 Mayıs Devrimcileri"(!)'nin iyi insanlar olduklarını yutturamaz bana!..
Nasıl birer insan oldukları ayan-beyan ortada!..
Buna rağmen;
"Ah İlhan Selçuk'um, vah İlhan Selçuk'um" diye ağıtlar yakmak, sadece ve sadece "baskın çıkma" ve "başkalarını yok sayma" taktiğidir!..
Siz, eğer;
82 yaşındaki Erbakan aleyhinde attığınız "manşet"leri hatırlamazdan gelir, Merve Kavakçı'nın evini tekmelerle açtırtan Nuh Mete Yüksel'i alkışladığınızı unutur, "Anadolulu işadamları"nın gece yarısı operasyonları ile yataklarından kaldırıldığını kulak ardı ederseniz, Tayyip Erdoğan’ın, “sırf şiir okuduğu için hapsedildiğini” unutursanız, yani tüm bu olup bitenleri "yok" sayarsanız, işte ben buna "ikiyüzlülük" derim!..
Hatta, "yüzsüzlük" demek, daha münasiptir!..
...........
"Bir bardak suda koparılan fırtına"lara, "yaygara" ve "cazgırlık"lara bakıyorum da, "İlhan Selçuk'a sahip çıkma" demeç ve manşetlerinin sebebi, acaba, sadece "benim teröristim iyidir" mantığı mıdır, yoksa "daha başka bir sebebi" de var mıdır?..
Derken, Chronicle adlı internet sitesinde, Pelin özer'in bir yazısı çekti dikkatimi... Pelin özer, "Yedi Kollu Şamdan'ın Işığında Milas" başlıklı ve "Milas'ın her yönünü" anlattığı 7 sayfalık yazısında "İlhan Selçuk ve eşi"nden de bahsediyor...
İki satırlık yazı, aynen şöyle:
"Milaslı İlhan Selçuk, baba tarafından Girit göçmenidir... Selçuk'un eşi Handan Selçuk; Şivekâr ve Hamdi Namık Gör'ün kızıdır...
Gör çifti, Giritli ve Yahudi kökenlidir!"
İlginize, bilginize efendim!..

AK Parti ve yargı!
Başlangıçta çok fazla üzerinde durmuyordum...
Ancak bu "saçmalık", bu "garabet" gittikçe dal-budak salmaya ve neredeyse "doğru" kabul edilmeye başlandı.
Diyorlar ki; "AK Parti iktidarı yargıyı siyasallaştırmıştır...
Savcı ve yargıçları yönlendirmekte ve kendi amacı doğrultusunda kullanmaktadır!"
Bir an için "doğru" kabul edelim... "Mehmet Moğultay'ın atadığı 5 bin hakim ve savcı"nın bir "kadrolaşma" olmadığını var sayalım ve AK Parti'nin, gerçekten de "yargıyı etkilediğini" kabul edelim.
Peki, sormazlar mı adama;
"AK Parti madem ki bu kadar güçlüdür ve yargıyı etkilemektedir!.. O halde, kendisi hakkında dâvâ açan kimdir?..
Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya bir yargı mensubu değil midir?"
Hani, "lâf söyledi, balkabağı" derler ya, bunlar da, böyle bir lâf işte!..
"Kendilerinin yargıyı etkilediğini" örtbas etmek için, sürekli inci yumurtluyorlar!..

16.03.2008

Allah sana rahmet etmesin!

17.03.2008

“Allah sana rahmet etmesin!?”
ABDURRAHMAN DİLİPAK

Bu bir savcı. Öyle bir iddianame hazırladı ki, evlere şenlik.. Dünyadan öyle tepkiler alıyoruz ki, kimi akıl dışı değil, akılsızlık örneği diye yorumluyor. Kimi çılgınca buluyor.

Devletimiz de, yargı da küçük düşürüldü.
Ortaya koyduğu delillerin çoğu komik. Akıl dışı, hiçbir hukuki değeri olmayan şeyler..
Türkiye bu kadarını haketmiyor..
Biri Atatürk’e rahmetli demiş de, bunu diyen kişi Meclis Başkanı tarafından danışmanlığa getirilmiş de, bir partinin kapatılma davasının iddianamesinde bunlar yazılıyor..
Kaldı ki; o kitap daha piyasaya çıkmadan müsadere edilmiş... Olayın üzerinden 10 yıldan fazla zaman geçmiş. Davanın konusu da farklı, Atatürk’e değil Cumhurbaşkanı’na hakaret.
Bir adam, bir hukuk adamı, resmi ideolojiye aykırılığı değil, iddianın gerçek olup olmadığını sorgular.. Resmi ideoloji diye üretilen tarih yalansa, bir aydın buna karşı çıkıyorsa, bu bir hak ve görev değil mi?
Bu kişi mahkum olmuş mu, personel yasası yok mu bu ülkede, memur olmasına mani bir hal var mı, varsa niye gereği yapılmadı? Suç yoksa suçlu nasıl olur? Bir kişi bir göreve getirildi diye, yasamanın başındaki kişinin bağlı olduğu parti nasıl kapatılabilir.
Kaldı ki, Meclis Başkanı bağımsız olur. O işi yapan kişi Meclis Başkanı olduğuna göre ve parti sıfatlarından soyunduğuna göre, Meclis’i kapatın siz.. O da yetmez, “Beyaz Türkler” bu ülkede kaybolur gidersiniz, zulmedecek ahali lazım birilerine, en iyisi milleti kapatın; yeni bir millet ithal edin..
Gerçekten de genç sivillerin dedikleri gibi bu iddianameden sonra cumhuriyet hiç bu kadar tehdit altına girmedi.
Bu iddianame, AK Parti’yi suçlamak için yetmez, ama bir zihniyeti ve bizzat savcının kendisini görevden almak, mahkum etmek için yeter.
Savcı bu iddianamesi ile Türkiye’yi dünyanın gözünde küçük düşürdü. Türkiye’ye zarar verdi. Mahkemelerin adına karar verdikleri Milleti dilhun etti. Devletin anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyet temelleri ile çelişen, toplumun, inanç, tarih, kültür ve geleneklerini aşağılayarak suç işledi.
Bu iddianame suç belgesidir.. İslam’a ve Müslümanlara saygısızlık içeriyor. Gelenek ve tarih aşağılanıyor. Hukukun temel ilkeleri, devletin, anayasa ve yasaların varlık ve meşruiyet temeli aşağılanıyor.. Onun için bu iddianame derhal hukuka saygı, millete saygı ve cumhuriyeti yüceltme adına reddedilmelidir..
Savcı Atatürk’e “Rahmetli” demeyi suç kabul etmiş. Bunu bir aşağılama ve suçlama kabul ediyor.
Önce adını değiştir bay Abdurrahman. (Hani “Abdurrahman bey” diyeceğim, devrim yasalarına göre suç olacak, onun için ona onun istediği gibi söylemeliyim) Madem rahmetli demeyi, aşağılama sayıyorsunuz, size “Allah sana acımasın” mı demeliyim o zaman?.. Be adam; her Müslüman, her ölüsünün ardından “Allah rahmet etsin”, “Rahmetullahi aleyh” der. Cenaze namazı bunun içindir.. Rahmet ve Rahman aynı kökten gelir. Ve Allah (cc) adına gönderme yapar. Allah’ın isimlerinden bir isimdir. Başındaki “Abd’da “A.B.D” değil, kulluğu ifade eder, Cumhuriyetin savcısı “Allah’ın kul”u ise, nasıl laiklikten söz edebilirsiniz. Bay Abdurrahmanı Yargıtay Başsavcısı yapan Yargıtay’ı da kapatmak gerek, bu iddianamenin mantığı ile hareket edecek olursak..
Savcı şeriatı da, laikliği de bilmiyor. Mesela sorsanız; Fransa’nın, Strasbourg’un da içinde bulunduğu Alsas Loren bölgesinin laiklik uygulamasının dışında olduğunu bile bilmez herhalde.. Dini devlete sokmaktan söz ediyor etmesine de, “Hilafetin mana ve mefhum olarak Büyük Millet Meclisi’nin şahsı manevisinin içinde mündemiç olması” konusunda akıl yürütmeyecektir..
Laik bir devlette, Diyanet’in, devletin bir birimi olması, dini vakıfların laik devletin denetiminde olması, ya da “Hacı” kelimesi demek dahi suçken, laik bir devletin bir kurumunun nasıl olup da Hac yönetmeliği yayınladığı konusunda söyleyecek bir sözü yoktur. Sahi neden bunları iddianamesine eklemedi acaba? “Şık olmaz” diye herhalde..
Türkiye teknik anlamda laik bir ülke değil.. Ya resmi ideolojisini dinleştiren bir teokrasi, ya da dini kontrolü altında tutan Bizantinist bir yapıdır.. İsterseniz bakın TDK 46 sözlüğüne: Türkün dini Kemalizmdir.. Ya hu Türk ulusçuluğunun temelinde “din”; “din-i Mübini islam” yok mu? Bakın Lozan’a. Müslüman unsurlar Türk sayılmış, ancak gayrimüslim topluluklar azınlık sayılmıştır.. Başsavcının gücü yetiyorsa, Hilafet fonundan İş Bankası’na aktarılan parayı kullanan CHP’nin bu fonu yönetmesine karşı çıksın. Vakti varsa ilk Meclis’in açılışındaki dua sahnesinde arkada dalgalanan kelime-i tevhid bayrağına baksın, ilk Meclis’in açılış töreni ile ilgili gündemi bir incelesin.. Kurtuluş Savaşına anlam veren imanı, ruhu, gayeyi görsün ve iddianameyi alıp bir daha düşünsün.. Bu iddianame kimin iddiası o zaman görecektir..
Başsavcı laikliğin objesinin din ve devlet olduğunu sanıyor. Kilise ile devlet arasındaki paylaşım, işbirliği, çatışmama ilkesi olduğunun farkında değil. Laikliğin kaynağının İncil olduğunu, yani Katolik geleneğin dini bir yorumu olduğunun da farkında değil. Yani bilgi ve mantık seviyesi açısından da ilmi, hukuki ve felsefi bir değer içermiyor.. Başsavcı, kilisenin egemen bir devlet olduğunun ve kilise topraklarının, Vatikanın mülkü sayıldığının ve batıda eğitim, sağlık, finans sektöründe, media sektöründe kilisenin gücünün farkında değil gibi sanki..
Allah (cc) böyle savcıyı dünyada hiçbir millete vermesin.. Bizim çektiklerimiz, katlanmak zorunda bırakıldığımız acı gerçekler, onların bize bakarak tedbir almaları açısından başka milletler için bir ders ve baht kaynağı olsun. Herhalde bu savcı Avrupa’da olsa Avrupa’da Hıristiyan Demokrat Parti bırakmazdı! Ne mutlu Avrupalılara ki, orada böyle savcılar yok!
Bu iddianamenin reddinden önce savcının derhal görevden alınması fikri bana yabancı değil ve tabii, derhal bu iddianamesi suç belgesi olarak sunulup hakkında dava açılması gerekir..
Şemdinli savcısını görevden alanlara duyurulur!
Dün bir vatandaş Başsavcı hakkında “İstihza, alay, aşağılama, korkutma, görevi kötüye kullanma, vatandaşlık hakkının ihlali vs.” gerekçesi ile suç duyurusunda bulundu..
Bu iddianameye konu olan söz ve fiiler dolayısı ile Türkiye dünyada küçük düşmedi, ama bu iddianame ile Türkiye dünyanın gözünde küçük düşürüldü.
Arınç’a göre dava kin ve garez ürünü.
“Savcı, kendini komik duruma düşürdü” diyor, Ria Ruijten-Oomen (AP Türkiye Raportörü) ve ekliyor: “Bu, tamamıyla delilik. Ben hayatımda böyle bir şey görmedim. İnanamıyorum. Hayatımda bir devlet savcısının yapmak istediklerini icra etmek için siyaseti kullandığına şahitlik etmedim. (...) Savcılar, bu tür davalarla kendilerini komik duruma düşürüyor. Graham Watson (AP'nin Liberal Demokrat Parti Başkanı): “Çok tuhaf bir hadise” diyor. Hannes Swoboda (AP üyesi, Sosyalist Grup Başkan Yardımcısı): “Şoke oldum, bu delilik” diyor.. Jan Marinus Wiersma (AP üyesi, Sosyalist Grup Başkan Yardımcısı): “Türk yargısının tarafsız olmadığının göstergesi Siyasi hayatımda böyle bir şey görmedim. Bu, tamamıyla bir savcının siyasi bir müdahalesi. Avrupa için çok rahatsız edici bir haber ve çok tuhaf. (...) Başörtüsü konusu da bir sebep olamaz, zira bu yasağı MHP ile birlikte kaldırdılar. Bu olay Türk adaletinin hâlâ tarafsız olmadığını gösteriyor” diyor. Cem Özdemir’in (AP üyesi) tepkisi de %80’i sanık yapan savcıya anlamlı bir cevap: “Devlet, kendisine başka bir halk seçsin.” “Bu dava Türkiye'nin yüzde 50'sine ‘siz bu ülkenin bir parçası değilsiniz’ mesajı vermektir. (...) Türkiye, maalesef bir partiler mezarlığı” diye sürdürüyor açıklamalarını. Joost Lagendijk (AP üyesi-Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı) ise “Türkiye'nin, 21. yüzyıla uygun hakim ve savcılara ihtiyacı var. Şok içerisindeyim. Böyle bir davayı ciddiye almakta zorlanıyorum. Bir hakim nasıl böyle bir sonuca ulaşabilir, anlayabilmiş değilim. Bu 21. yüzyıla uyum sağlayamayan eski bir zihniyeti temsil ediyor. Bu her halükarda Türkiye için kötü haber. Türkiye'nin Avrupa'daki imajına darbe vuracak. Umuyorum ki, hakim hemen reddedecek davayı” diyor..
Bu dava kabul edilirse, savcıların halkın %80 için de dava açması gerek.. Camiler yetmez, okulları da, spor salonlarını da hapishane yapın.. Temerküz kampları kurun! Ey Hitler geldinse 3 kez vur!
Başardınız, “Rahman olan Allah’ın kulu!”
Kutlarım sizi, eğer maksadınız bu idi ise, değilse, özür dileyin, iddianamenizi geri çekin ve istifa edin! Selâm ve dua ile..