29.09.2008

İlmihalsiz Müslümanlık Olmaz

M. Şevket Eygi - Milli Gazete
2008-09-29

İlmihalsiz Müslümanlık Olmaz

ÂHİR zamanda İslâm dinini, Şeriatı, Peygamberimizin sünnetini yaşamak ve uygulamak avucunda kor tutmak kadar güç olacakmış. Efendimiz böyle buyuruyor.

Buna mukabil bir müjde var: İslâmın ilk devrinde, bu dinin onda dokuzunu yaşayanlar kurtulacakmış; ahir zamanda ise onda birini uygulayanlar (tabii bu onda birin içinde beş vakit namaz ve diğer kesin zaruri muhkem dini emirleri yerine getirmek; riba, zina, zulüm, israf gibi yasaklardan kaçınmak vardır.)

İslâm’ın temel bilgileri, hükümleri, emirleri, yasakları, öğütleri ilmihâl ve ahlâk kitaplarında yazılıdır. Her Müslüman evinde mutlaka ilmihâl bulunmalıdır. Her Müslüman mutlaka ilmihâlini okumalıdır ve öğrenmelidir.

İlmihâl okumadıkları için birçok namaz kılan Müslümanın ibâdeti tehlikeye girmektedir. Her Müslümanın istibra denilen temizliği bilmesi gerekir. Tuvalete gidiyor, küçük abdestini yapıyor ve hiç beklemeden hemen abdest alıyor... Böylece istibraya dikkat etmemiş oluyor. Biraz bekleseydi, istibra temizliğini yapmış olsaydı abdesti (Vücut’tan çıkan küçük bir damla idrar ile) bozulmamış olacaktı.

Zekât verecek... Mutlaka ilmihâl okuması lâzım; ilmihâli okumadan, zekât ile ilgili temel bilgi ve hükümleri öğrenmeden zekât ödemeye kalkarsa ibâdeti yerine gelmemiş olabilir.

Dinimizde hürmet-i musahare diye bir şey vardır. Bunu bilmeyen, buna dikkat etmeyen bir kimsenin, hiç farkında olmadan hanımı boş düşebilir.

Ticaret, alış-veriş, iktisadi ve mâli işlemler yapan her Müslümanın, riba ile ilgili bilgilere sahip olması lazımdır. Riba, Kur’ân’a ve sünnete göre haramdır. Aklı başında bir Müslüman kesinlikle riba almaz ve vermez, ribaya bulaşmaz.

Dinimizin, Şeriatın, fıkhın bu konudaki hükümlerini bilmiyorsa, cahillik yüzünden bulaşabilir, gelirine ve servetine haram karışabilir. Ne büyük felaket!

İslâm hayat dinidir, hayatın her konusuyla, her boyutuyla ilgili, tanzim edici hükümleri vardır.

Bir Müslümanın, doyduktan sonra yemesi haramdır. İstisnaları vardır: Oruçludur, çok acıkmıştır, biraz fazla yiyebilir. Yahut, misafirleri vardır, onları teşvik için yiyebilir. Misafir, ikram eden ev sahibini üzmemek için yiyebilir... Bütün bunlar ilmihâl ve ahlâk kitaplarımızda yazılıdır.

Ey Müslüman!

Hiçbir faydası olmayan gazete haberlerini, saçma sapan yorumları okuyorsun, saatlerce tv seyrediyorsun, lâkin dinini öğrenmiyorsun.

Bir takım fantezi, cafcaflı kitaplar var: “İslâm’ın Sosyolojik Morfolojisi...” Heves edip böyle kitapları okuyorsun, karışık aklın, karmakarışık oluyor.

Bazı ukâla ve züppeler “Mızraklı İlmihâl okumanın zamanı mı?” gibi laflar ediyorlar. Ayaklarını denk alsınlar, bu gibi sözlerin altından kalkamazlar. Mızraklı İlmihâl mübarek bir din kitabıdır. Onu okuyan, öğrenen, içindeki bilgileri hayatına uygulayan kimse, âhirete inşaallah iman ile göçebilirse ebedi saadetini kurtarmış ve kazanmış olur.

İnsan kabre konulunca, sual melekleri ona “İslâm’ın sosyolojik morfolojisini” sormazlar, imanın ve İslâm’ın şartlarını sorarlar.

İmam Hatip lisesinden mezun olmuş gençlere soruyorum: “Bana Allahü Teâla’nın ondört sıfatını sayınız?” İnanmayacaksınız ama çoğu suratıma aval aval bakıyor. İslâm dininin temellerinden biri Allah’ı, kemâl sıfatlarla vasıflandırmak ve noksan sıfatlardan tenzih etmektir. Bunları öğrenmezsek, bu konuda cahil kalmış oluruz.

Sen şarkıcı İsmail Hoşses’i, türkücü Mazlum Irlar’ı, manken Sevda Fingirder’i, futbolcu Tolgaç Teper’i, politikacı Tosun Büyükyutar’ı, gazeteci Atar Tutar’ı tanıyorsun, fakat seni yaratmış olan, sana bunca nimetler, rızıklar ihsan eden Rabbinin sıfatlarını bilmiyorsun... Böyle bir şey Müslümanlığa yakışır mı?

Cahilliğimiz ve yamukluğumuz en fazla İslâm Ahlâkı konusundadır. Ahlâk bakımından neler iyidir, neler kötüdür, bunları çok sağlam şekilde öğrenmeliyiz. Ahlâk, aksiyon demektir. Sadece öğrenmekle iş bitmez, hükümlerini hayata uygulamamız gerekir.

Kaba sofu, geceleri teheccüd namazına kalkıyor, lâkin komşu hakkı tanıdığı yok. Komşularına kan kusturuyor. Böyle sofu olmaz olsun!

Şu sahte dindara bakınız:

Günde beş kilo ölü kardeşinin etini yiyor. Gıybetçi mi gıybetçi, laf taşır, ara bozar, diliyle incitir, kalp kırar... Böyle Müslüman olur mu?

Şu zamane Müslümanlarına bakınız, kendileri haddinden fazla lüks yemekler ve tatlılar yiyorlar, öbür tarafta fakir, sefil, muhtaç din kardeşleri kıvranıp sürünüyor. Müslümanlığın temellerinden biri de paylaşma ahlâkıdır...

Sözün kısası: İlmihâl alalım, ilmihâl okuyalım, ilmihâl öğrenelim, ilmihâli hayatımıza uygulayalım. İlmihâlin yanında İslâm ahlâkı ile ilgili muteber, güvenilir bir kitap edinelim, onu da okuyalım, öğrenelim, uygulayalım.

Bu dediğim şeyi yapanlar inşaallah iman ile çene kaparlar. Ebedi saadete nail olurlar, ya doğrudan doğruya, yahut günahlarından ve isyanlarından dolayı bir müddet cehennemde ceza çektikten sonra, cennete girerler, orada ebediyen sefa sürerler.

Felâketler İçinde Kahkahalar...

DOĞUDAKİ bir Müslümanın ayağına diken batsa, Batıdaki Müslüman onun acısını duyacaktır... Peygamber-i Zişan sallallahu aleyhissalatu vesselam Efendimiz böyle buyuruyorlar. Peki biz Müslümanlar ne yapıyoruz?

Irak’ta bir buçuk milyon Müslümanın ayaklarına diken falan batmadı. Onlar katl edildiler, onlar zulüm yüzünden öldüler. Orada büyük bir ordu kadar yetimler var, feryatlarından yer gök inliyor, gözyaşları seller gibi akıyor. Orada dullar var. Orada yaralılar, sakat kalmışlar var.

Dünyanın daha nice yerinde Müslümanlara korkunç zulümler yapılıyor.

Afganistan... Filistin... Bazı Ortaasya/Türkistan ülkelerinin hapishaneleri Müslüman dolu... Filipinlerin güneyi...

Dünyada oluk oluk Müslüman kanı akarken... İslâm ülkeleri ve şehirleri savaşlarla harap olurken... Din ve iman kardeşlerimiz çeşit çeşit zulümlerle ezilirken... Milyonlarca aç Müslüman, milyonlarca sefil Müslüman perişan vaziyetteyken...

Türkiye’mizdeki birtakım tuzu kuru Müslümanlar vur patlasın çal oynasın bir hayat sürüyor. Şu mübarek Ramazanda bile şenlikler, etkinlikler, lüks iftarlar, karılı erkekli toplantılar, kahkahalar, lüks, israf, sefahat, gösteriş, gurur, kibir...

Türkiye büyük felaketler içindeyken, İngiliz idaresindeki Hindistan’da Müslümanlar otuz bin altın toplayıp Ankara’daki İslâmî ve Millî Kurtuluş hareketimize yardımcı olmuşlardı. (O paralarla İş Bankasının kurulduğu rivayet edilir...)
En ucuz şey ağlamak... Kalplerimiz öyle taşlaşmış ki, bunu bile yapamıyoruz...

26.09.2008

Bir asirlik serüven

Osmanli devletinin kurucusu Osman Gazi Oglu Orhan Gaziye ne nasihat etmisti:
Bak ogul bizim davamız kuru kavga ve cihangirlik davası degildir.
Ben bütün ömrümce dinimize hizmet için yaşadım.
Sana yakışacak olan da budur.


Ve bu devlet 7 asir dünyaya hükmetti.

O koca imparatorluk 1 asirda nereden nereye geldi.

Bir asir 1908-2008


31 mart 1908 de halkin meclis önünde , "seriat isteruz", şimdiki türkçeyle "adalet isteriz", sloganlariyla protestos etmesini bastirmak için , Yüzbaşı Mustafa Kemal komutasinda Selânik’ten gelen Hareket Ordusu’nun Istanbula gelmesiyle baslayan serüven,







Evet o serüven 1 asir sonra böyle bitti.

25.09.2008

ambargo çagrisi



Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın genel başkan olarak AK Partililere yaptığı
çağrıda, “yalan yanlış yazan gazeteleri almayın ve evinize sokmayın”
açıklaması üzerine kıyameti koparan Aydın Doğan Grubu, 28 Şubat
sürecinde Genelkurmay Başkanlığı’nın muhafazakar esnaf, şirket,
holding, işadamı ve sivil toplum kuruluşlarına yönelik ambargo ve
boykot çağrısını destekleyerek manşetlere taşımıştı.


Powered by ScribeFire.

24.09.2008

Almanyanin D si

Bugün posta kutuma bir messaj geldi.
Paylasmayi deger.Sizde okuyun.

Yoksa Kanal D Aydın Doğanın D si değil de Almanyanın Deutschland’ının D simi

Çok yakın zamanda Türkiye’ye olan para akışını kesmek ve Avrupa’nın Türk vatandaşları tarafından finans kaynağı olarak görülmesinin önünü kesmek amacıyla Deniz Feneri davası, siyasi olarak açıldığına şahit olduk. Daha öncesinde ise 28 Şubat süreciyle birlikte yerli işbirlikçiler vasıtasıyla holdingler üzerinden Türkiye’ye para akışı kesilmek istenmiş ve başarılı olunmuştu. Holdinglere para akışı durdurulması başarılı olunca ikinci aşama olarak yardım kuruluşlarına para akışı durdurulup oradaki Türklerin anavatanla olan bağları tümüyle kopartılmak istenmektedir.

Bu tarz çalışmaları Almanlar her zaman yapmaktadır. Ancak Aydın Doğan gurubunun bu davayı yurtiçinde AKP ye karşı kullanması ve AKP'yi yıpratma aracına dönüştürmek istemesi geçmiş ilişkilere bakıldığında ve AKP'nin Aydın Doğana sağladığı olağanüstü faydaya rağmen Aydın Doğanın kontrolünde olan bir olgu olmasa gerek. Bu durum olsa olsa Alman gizli servisiniz AKP yi Avrupa limanına sıkı sıkıya bağlı konumda tutma çabası olarak olarak görüldüğünde mantıklı bir çerçeveye oturacak gibi geliyor. Aksi takdirde Doğan medyası tek başına böyle bir konuyu gündemin ön sıralarına taşımaz ve bu konuyu şişirmez. Çünkü Doğan grubuna hükümet hak ettiğinden çok fazla fayda sağladığı kamuoyundaki bilgilerden anlaşılmaktadır.

28 Şubat sürecinde ise yerli işbirlikçiler ve Siyonist lobiyi kullanarak gene Almanlar Refah partisi ile tamamen Asyalılaşan Türkiye’yi Avrupa limanına tekrar bağlamayı başarmışlardı. O zamanı hatırladığımızda neler yapılmıştı. AB istemeyen İslami kesimin bazı hakları ellerinden alınarak onlar üzerinde baskı kurulmuş ve adeta AB olmayacaksınız da bu askeri dikdatöryaya mı talim edeceksiniz şeklinde bir yaklaşıma sokulmuştu. Bu yolla biz bu dinsiz imansızlara kalacağımıza daha geniş bir topluluk olan Avrupaya girelimde bu şekilde akıl dışı yasaklarla uğraşmayalım saikiyle İslami kesimin tümü AB’ci oldular.

İkinci olarak yaptıkları şey ise Gurbetçiler tarafından finanse edilen şirketlerin çok güçlü özkaynakları omasına ve Türkiyenin ihracat kapasitesini arttırmaya yönelik yatırımlarına rağmen, bu şirketleri kurumsallaştırmak ve rehabilite etmek yerine yeşil sermaye vurgusu yaparak onları sorunlu hale getirdiler. Zaten sorunlu olan ve profesyonel olmayan yönetimleride bu şekilde karşı tarafa açık verdi. Bu süreçte SPK yıda kullanarak yüksek miktarda cezalar yazdırdılar. Sonuçta bu şirketler yatırımcısına kar yerine zar yazdı. Bunlar içinde kötü niyetli olanlarda vardı ve bunlarda afişe edilerek bu şirketlerin tümü töhmet altında bırakıldı. Böylece Türkiyenin hızlı gelişiminin ve Anadolu girişimcisinin önü kesilmiş oldu. Sermayenin işbirlikçi değil de yerli olmasının önünde tıkanması büyük ölçüde sağlandı. Bu şekilde gurbetçiler gözündü Türkiye’deki insanlar güvenilmez olarak tanımlanması sağlandı ve bu yolla ülkemize gelen özkaynak niteliğindeki finansmanın önü tıkanmış oldu.

Şimdi ise Deniz Feneri e.V davası ile yardım amaçlı yapılan çalışmaların önü tıkanmak istenmiştir. Bu konuda Türkiye’de de Almanya istediği siyasi yaklaşımı geliştirmiş ve Doğan medyasını kullanmıştır. Hükümet te artık verecek bir şeyinin olmadığını görerek isyan etmektedir. Anlaşılan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın isyanı buna. Aydın Doğana kalsa bu şekilde yayınlar yapılması mümkün olmazdı anlaşılan bu Aydın Doğanı aşan bir durum olduğu gözükmektedir.

Dış dünyanın müdahalelerine karşı dirençli bir dünya için bu tarz medya ilişkilerinin iyi irdelenmesi ve MİT’in ülkemizi yönetenleri doğru ve zamanında bilgilendirmesi zorunluluğu olsa gerektir. Ülkemizde bu tür ilişkilere yönelik açık yasal düzenlemeler yapılması zorunluluğu olmalıdır.

Daha önce Vodafone Yunanistan’da bu şekilde bir istihbarat çalışması ile bakan üzerinde etkili olmuş ve kısmen kamuoyuna yansıyan haberlerden de anlaşıldığına göre bakanı öldürtmüştü. Yunan hükümeti ise dört milyar doları bulan bir ceza kesmişti Vodafone’a. Sonra herhalde bir şekilde anlaştılar ve sorun olmadı. Bu şekilde amacı dışında kullanılan ve yabancıların ülkemiz üzerinde etkili olacağı yayın yapmasını sağlayan ve yabancı devletlerin amaçlarını ülkemiz menfaatleri aleyhine destekleyenlerin cezalandırılacağı bir yasal düzenleme yapılmalıdır.

SAYGILARIMLA
A. EKINCI

Ergenekoncular ölecekmi?

Ergenekon saniklari birbiri ardindan hastaneye sevkediliyor.

Hayret hepside hastaymis da sanki tutuklanmalarini bekliyorlarmis.

Yani Ergenkoncularin hepside hasta insanlar.

Ee o zaman savcilar bosuna ugrasiyorlar,adamlar zaten ölecek.

Yoksa,yoksa Ergenkonun 1 numarasi tutuklalan örgüt üyelerini konusmadan ortadan kaldiracakmi?

Biraz komplo teorisi gibi gelsede bana göre hiçbiri konusamayacak.
Hepsi ölecek vede dava böylece ortadan kalkip,silbastan tekrar örgütlenme baslayacak.

namaz ve ayin

Dogan medya her firsatta müslümanlarin açiktan ibadet yapmasini ve daha dogrusu vatandasin açiktan müslümanligini göstermesi hep mansetlerde skandal olarak verir.

Mesela bir arab vatandasin yer-yurt bilmedigi için saati gelince hemen namaz kilmasi skandala dönüstü ve kimsenin müdahale etmedigi adeta kinandi.

Akmerkez'de namaz

14 Şubat 2008
İSTANBUL, (DHA)
İSTANBUL Etiler'deki ünlü alışveriş merkezi Akmerkez'de, dün alışılmışın dışında bir olay yaşandı. Akmerkez sakinleri, dün ilginç bir manzarayla karşı karşıya kaldı.



Bilindigi gibi araplar bizim gibi degil.Onlar vakti gelince hemen orada namazlarini kilar.Kazaya birakmaz.Çünkü onlarin mezhebinde namaz kazaya birakilmaz.

Kartel medya neden bir insanin inancini yaşamasina bu kadar kin besliyor anlamiyorum.
Bu haber,başta Hürriyet DM gazetelerinin hepsinde ayni gün ayni manşetle verildi.

Ancak bugünkü olayi hiçbiri yayina koymadi.Degil manşetlere taşimak hiç bahsetmediler bile.
Oysa ilginç bir olaydi.
Ben sahsen insanlarin inanci geregi her yerde ibadet etme hürriyetinden yanayim.Insanlikta bunu götürür.Ancak bu hürriyet herkes için olmali.

Bir sahsin özel bir alisveris merkezinde namaz kilmasini ,Atatürk ilkelerine karsidir diye velveleyi koparan medyanin diger dinler söz konusu oldugunda çit çikarmamalarini akil mantik kabul edemiyor.

Dogan medyanin Islam karsiti oldugu resmen tescillenmis oluyor.
Hasan Celal Güzel, Aydin Dogan müslüman bir anadolu çocugudur demis.Ee bana ne.
Ben Aydin Dogan'nin ne olduguna bakmam.Kendisi ne olursa olsun.
Beni ilgilendiren kendisinin sahip oldugu medyanin ne olduguna bakarim.

Asagidaki haber çesitli gazete ve internet sitelerinde yayinlandi.Fakat ibadet eden müslümanlari sanki insanlik suçu yada yüzkizartici bir ismis gibi didik didik arayip çarpitarak haber eden dogan Medya bunlari hiç görmemis.

Bu ayin Türk basınında asla manşet olmaz! (VİDEO)

Atatürk Havalimanı'nda kendilerine has kıyafetler giyinmiş yaklaşık 60 Yahudi, yüksek sesle ayin yaptı. Peki ya bunlar Müslüman olsaydı!


20.09.2008

Simdi rahatladinizmi?

Evet Almanya Deniz Feneri Ev adli yardim kurulusu mahkeme sonucu iflas ettirildi.
Yani müslümanlarin müslümanlara gitsin diye verdikleri paralar simdi kizilhaça devredilecek.Ve birdaha da Almanyada yardim kurulusu olmayacak.
Türkiyede,Afrikada,Ortadoguda,Asyada ki yoksullara artik yardim eli kesildi.
Karni kurtlu imansiz içi disi hased dolu bir güruh ne etti etti binbir yalan ve iftira atarak,hergün gazetelerinin mansetlerine getirerek dernegin hakkindan geldiler.
Herhalde simdi bir oh çekiyorlardir.
Dogan Medya ve onun takipcisi azgin azinlik o kadar seviniyorlarki sanki Türkiye düsman istilasindan kurtarildi.
Tabi nasil sevinmezler.Bu ülkenin insanlari daima bir avuç azinligin arzu ve isteklerine talim etmek zorunda kalmasi gerekiyor.


Hah neydi o halkevleri ?Şey, CHP nin Anadolu köylerindeki bürosu.

Şöyle bir toparlarsak.Refah kapatildi malvarligi talan edildi.Erbakan Hoca'ya iftira atip cezalandirdilar.
AKP kapatilmadi ama madden çökerttiler.
Almanya Deniz Feneri gitti.

Sirada kim var?
Turk okullari var
Kimse yokmu dernegi var
IHH var
Türkiye Deniz Feneri var

Eh bunlar da kapansaydi,müslümanlar bir daha devletin basina gelemezdi.
Neden ? Çünkü Türkiyede müslümanlar genelde fakir insanlardir.Eger disaridan bir yardim olmazsa bu aileler çocuklarini okutamaz.Dolayisiyle 1930/40 li yillardaki gibi kemalist elitlerin çocuklari okur ve milleti yönetmeye devam ederler.
Halkevlerini geri açariz,alisverisler takrar karneyle yapariz.
Açligi bastirmak için de yatar kalkar onuncu yil marsini söyleriz.

Iftar yemegi

Geçen gün Fransa içisleri bakani Michelle Aliot Marie,Fransa Muslümanlar Federasyonu'nun(Confederation Française du Cült Müsülmane) verdigi iftar yemegine katimlisti.


Bakan konusmasinda "Ramazan Ayi ,tevekküle dalma,iyilik yapma zamanidir.Bu degerler,fransiz milletini yasatan cumhuriyet mutabakatinin içinde oldugu gibi Fransa Islamı'nın degerleridir" demis.

Madam Bakan Hac,Kurban Bayrami,helal et kesim ve dagitimi ,hastane , hapishane ve askeri birliklerde din görevlileri atanmasi ve mezarlarda müslümanlara mahsus karelerin ayrilmasi,cumhuriyet degerlerini ögrenmis imam yetistirilmesi gibi konularda samimiyetle çalisma baslatacagini tekrarladi.
Iftar sonrasi Bakan'a, Arabca/fransizca tercumeli bir Kur'an hediye edildi.Bakan,mukaddes Kitab'in fransizca tercumesinden habersiz olmali veya çok etkilenmis olmaliki "Bakar ve dokunarak nazar eylerim" demis.

Fransa müslüman türklerini temsilen Haydar Demiryurek de Sayin bakanin"Fransada müslümanlarin da yeri oldugunu,müslümanlarinda herkes gibi fransiz vatandasi oldugunu" söylemesinden dolayi tesekkur etti.


Ramazan 2007 Paris Camisi.

12.09.2008

saygisizlar

Asagidaki resimler Ramazan ayinda,türk halkinin aç susuz oruç tuttugu ayda.15-20 dakikalik tv programlarinda inadina su (yada baska bir meret) içen saygisiz elitler.

Türk milletinin düstügü duruma bir bakin lütfen!
Kendimizi teslim ettigimiz kisilerin bizi ne kadar hakir gördügünü bir düsünün.

Baskösesinde "Türkiye türklerindir" irkçi faşist slogani yazan bir gazetenin basyazarinin türk milletine saygisi ancak bu kadar.Sizin türklügünüze tüküreyim emi.

Ertugrul Özkok 2008













Cumhura saygisiz cumhurbaskani.
Sezer 2003










Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker.2008
Buda türk milletinin adaletini teslilm ettigi kurulusun temsilcisi.



















Bu arada binlerce insanin canina kiyan Kenan Evrini de unutmamak lazim
Silah zoruyla iktidari ele geçirdigi yillarda valilere oruç testi yaptigini simdi söylüyormus.











Taberânî'nin rivayet ettigine göre:
Peygamber (S.A.V)'imiz bir gün minberde iken arka arkaya
üç kere «Âmin!» «Âmin!» «Âmin!» buyurdular. Sonra da bu davranisinin sebebini söyîe
açikladilar: «Cebrail bana gelerek: «Yâ Muhammed ((s.a.v.).). Ana - babasindan birinin
yasliliklarina yetistigi halde, onlara iyi bakmayarak ölen kimse Cehennem'e girer.
Allah (C.C) onu rahmetinden kovar, buna «Âmin» de, dedi, ben de «âmin» dedim.
Sonra yine» «Yâ Muhammed ((s.a.v.).) Ramazan ayina kavustugu halde günahlarinin afvini
saglayamadan ölen kimse Cehennem'e girer, Allâh (C.C) onu rahmetinden kovar, buna «Âmin!»
de dedi, ben de «âmin!» dedim.
Arkasindan yine, «Yâ Muhammed ((s.a.v.).) adin yaninda anildigi halde sana salât-ü selâm
getirmeyerek ölen kimse Cehennem'e girer. Allah (C.C) onu rahmetinden uzak tutar, buna da
«âmin» de dedi, ben de üçüncü sefer «âmin!» dedim.»
Hadisin muhtelif rivayetleri vardir.


kaynak :www.sadakat.net

Ayasofya’yı Unuttuk

M. Şevket Eygi - Milli Gazete
2008-09-12

Ayasofya’yı Unuttuk

1453’te İstanbul’u kuşattığı zaman Fatih Sultan Mehmed Han, son Bizans imparatoruna elçi göndermiş ve şehri teslim ettiği takdirde halka ve mallarına hiçbir zarar gelmeyeceğini, kendisine de Mora’da krallık verileceğini bildirmişti. İmparator bu teklifi kabul etmemiş, şehir savaş ile ele geçirilmişti. Fatih Ayasofya’yı cami haline getirmiş ve bir vakfiye (vakıf senedi) yazdırmıştı.

Bu vakfiye Arapçadır ve halen elimizde nüshaları bulunmaktadır.

Adıgeçen vakfiyenin sonunda şu cümleler yer almaktadır:

“Allah’a ve âhirete iman eden hiçbir kimse için; sultan olsun, melik olsun, vezir olsun, bey olsun, şevket ve kudret sahibi biri olsun, hâkim veya mütegallib (zâlim ve diktatör) olsun; özellikle zâlim ve diktatör idareciler tarafından tâyin olunan, fâsid bir tahakküm ve bâtıl bir nezâret ile vakıflara nazır (bakan) ve mütevelli (idareci) olanlar olsun ve kısaca insanlardan hiçbir kimse için, bu vakıfları eksiltmek, bozmak, değiştirmek, tağyir ve tebdil etmek, vakfı kendi haline bırakıp terk etmek ve fonksiyonlarını ortadan kaldırmak, asla helâl olmaz.

Kim, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen batıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse (başka şekle sokarsa); vakfın değiştirilmesi ve ibtali (batıl, geçersiz olması) için gayret gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve amacından başka bir amaca çevrilmesine kasd ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek (temel müesseselerden birinde taviz vermek) ve vakfın bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olursa yahut yol gösterirse veya Şer’-i şerife (Şeriata) aykırı olarak vakıfta tasarruf etmeye kalkışırsa, mesela Şeriata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik (her türlü resmî yazışma ve karar)........ kısaca bâtıl tasarruflardan birini işlerse yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan- yazılı kayıtlara ve defterlere kayd eder ve bu haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına katarsa, açıkça büyük bir haramı işlemiş olur, günah olan bir fiili irtikab etmiş olur.

Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti böyle yapanların üzerlerine olsun.

Ebediyen cehennemde kalsınlar,

Onların azapları asla hafifletilmesin,

Onlara ebediyen merhamet edilmesin.

Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse vebali ve günahı üzerine olsun.

Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.

Haksız bir şekilde bu vakıflara tağyir, ibdal, tahrif ve ibtal şeklinde müdahale ve tecavüz eyleyen insan, ölümle karşılaştığı anı, sekerat-ı mevti, kabri müşahade ettiğini ve onun karanlığını, tabutu ve onun içindeki yalnızlık ve vahşeti, Münker meleğini ve heybetini, Nekir meleğini ve onun dehşetli darbelerini, Münker ile Nekir’in sorgulamalarındaki dehşeti; bütün insanların alemlerin Rabbinin huzuruna çıktıkları günde kendisinin de Allah’ın huzuruna çıkacağını, o gün hiçbir nefsin bir diğer nefis için hiçbir şeye malik olamayacağını ve o gün her şeyin dizgininin Allah’a ait bulunacağını hatırlasın.

Kim Allah’ın Kitabına ve Resulullahın Sünnetine muhalefet ederse, Allah ve Resulünün haram kıldığını helalleştirmeye çalışırsa, Müslüman kardeşinin vakıflarını bozmaya, hayırlarını tahrif etmeye ve hasenatını ibtal eylemeye gayret gösterirse ve mü’minin hayır müesseselerini fonksiyonsuz hale getirmeye taarruz ederse artık Allah’ın gazabı ile (Hesap Gününe) dönmüş olur; onun son durağı ve oturağı Cehennemdir.

Cehennem ne kötü bir varılacak yerdir!.. Allah onun hesaba çekicisi, azabın en azgın olanlarıyla azaplandırıcısı ve ikabın kanunlarıyla cezasını vericisidir.

“O gün zalimlere ileri sürecekleri mazeretleri fayda etmeyecektir; onlar için sadece lanet vardır; onların varacakları Cehennem ne kötü bir menzildir.”

“O gün her nefis kazandığı günahlar sebebiyle rezil ü rüsvay olacaktır; o gün zulüm yoktur; şüphesiz Allah hesabı çok hızlı yapandır.”

Bütün bunlardan sonra, vakfın ecr ü mükafatı Hayy ve Kerim olan Allah’a, O’nun rahmetine, herkesi kucaklayan ihsanına, nimetine ve büyük fazlına aittir.

Hiç şüphe yoktur ki, Allah güzel amel işleyenlerin (iyilik yapanların) ücretlerini zayi kılmaz.”


Evet, İstanbul’un fatihi, Sultan İkinci Mehmed Gazi Han hazretleri, Ayasofya vakfiyesinde böyle yazdırmıştır.

Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri hem gazi hem de şehiddir. Son seferine çıktığı zaman, Yahudi Dönmesi Hekimbaşı Yakup paşa (Maestro Iacobo) tarafından zehirlenerek can vermiş, şehid olmuştur.

İmdi Türkiye Müslümanları iyi bilsinler ve bir an hatırlarından çıkartmasınlar ki, vakfiyedeki lanetler, beddualar, manevî tehditler hepimizin üzerinde bir uğursuzluk bulutu olarak durmaktadır.

Bizler hafızalarımızı yitirmiş, yahut gaflet etmiş olabiliriz ama bu yitirme ve gaflet; tehditleri, lanetleri, bedduaları ortadan kaldırmaz.

Eskiden bu memlekette hürriyet yoktu, demokrasi yoktu, sesini çıkartmak yoktu. Bugün, yüzde yüz olmasa bile bunlar var. Artık iyilikleri emr, kötülükleri nehy hususunda sınırlı da olsa hürriyete ve imkana sahibiz. Niçin Ayasofya ve ona benzer konularda bu hürriyet ve imkanı kullanmıyoruz?

Ayasofya’nın camilikten çıkartılması, ezanlarının susturulması, orada Allah’a ibadet edilmesinin yasaklanması; hem İslâm hukukuna ve şeriata, hem de laik ve seküler hukuka aykırıdır... Evrensel ve temel insan haklarına aykırıdır... Din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyetine aykırıdır... Millî menfaatlerimize, millî kimlik ve kültürümüze aykırıdır.

Niçin yasal sınırlar içinde bu haksızlıkları ve aykırılıkları tenkit ve protesto etmiyoruz?

Niçin haklarımızı aramıyoruz?

Niçin Fatih Sultan Mehmed Han’ın lanetinden ve bedduasından hem kendimizi, hem devleti, hem ülkeyi kurtarmak için gereği gibi çalışmıyoruz?

Heyhat heyhat heyhat!.. Müslümanların içinde şimdi öyle taifeler var ki, bırakın Ayasofya’yı tekrar cami yapmak, Dinlerarası Diyalog adına Hıristiyanlara vermeye hazırdırlar.

Bu memleketin seması kara ah bulutlarıyla kaplıdır. Sultan Abdülaziz’in ahı, Sultan Abdülhamid’in ahı... Fatih’in ahı, Ayasofya’nın ahı... İskilipli Atıf Efendinin ahı, Erbilli Şeyh Esad Efendinin ahı... Seher vakitlerinde idam sehpalarında can veren ulemanın, meşayihin, sülehanın ahları... Kapatılan medarisin, seddedilen tekaya ve zevayanın ahları... Binlerce, on binlerce ahlar...

Bütün bu ahlar bizleri yakar...

Unutmakla, gaflet etmekle kendimizi kurtaramayız.

Allahü Teala yüce Kur’an’da Müslümanları “Maruf (iyilik) ile emreden ve münkerden (kötülükten) alıkoyan” bir topluluk olarak vasf etmektedir. Biz niçin bu farizayı (emr-i maruf ve nehy-i münker) yerine getirmiyoruz?

11.09.2008

Büyük saygısızlık

vakit/12.09.2008

Büyük saygısızlık


İstanbul’un Fatihi Sultan Mehmed Han’ın her bir taşını besmele ile koydurup 4 ay gibi inanılması güç bir sürede inşa ettirdiği Rumeli Hisarı'nda, konser organize eden şirketin görevlilerince içkili âlemler yapıldığı ortaya çıktı.

Skandalı, Rumeli Hisarı’nda çalışan İl Kültür Müdürlüğü personeli Halil Günbeyi’nin Müze Müdürlüğü’ne ve İl Kültür Müdürlüğü'ne verdiği dilekçe ortaya çıkardı. Sayman mutemedi Halil Günbeyi’nin İstanbul İl Kültür Müdürlüğü’ne verdiği dilekçe ve eki raporda, skandal bütün ayrıntıları ile anlatılıyor.

Günbeyi’nin 11 Ağustos 2008 tarihli dilekçesinde, “Müdürlük Makamına (…) 30 Temmuz, 23 Ağustos arası 19 günlük tahsis ücreti yatırılarak kiralayan ilgili firma “On Yapımın” sahibi Murat Yıldırım, gece saat 02.00’de müzik ve alkol tüketerek dostlarına ziyafet vermektedir. Bilgilerinize ve gereğini arz ederim” satırları yer aldı. Halil Günbeyi, verdiği ikinci şikâyet dilekçesinde, şikâyetçi olduğu için On Yapım firmasının sahibi ve adamları tarafından tehdit edildiğini anlatıyor. Dilekçede şu ifadeler yer alıyor: 12.08.2008 günü saat:19.40 sıralarında müze girişi önündeyken On Yapım’ın sahibi Murat Yıldırım ve Turan Uçuk gelerek seninle yukarı çıkarak bir şeyler konuşalım dedi. Yanımda gişeci Ünal Gül de vardı.(…) yukarı çıktığımızda Murat bey sen kim oluyorsun da beni Müdürlüğe şikâyet ediyorsun, sen kimsin, ben burada istediğimi yaparım diye küfürler ederek bana saldırda bulundu. Daha sonra Ufuk beyin dahil olduğu organizasyondan dört kişi tehdit ve küfürlerle bana saldırdı. AFM Özel Güvenlik'ten Nail Kargınoğlu ve temizlik personeli Satılmış Penpe ve Murat Bekiroğlu olayı görerek ayırmaya çalıştılar.”

Halil Günbeyi 20 Ağustos 2008 günü de İl Kültür Müdürlüğü’ne delilleri içeren bir cd sundu. Skandala imza atan On Yapım firması görevlileri hayli pişkin çıktı. On Yapım’ın, kendilerini şikâyet eden Halil Günbeyi’yi “başımızı yakacak” korkusuyla İl Kültür Müdürlüğü’ne şikâyet ettikleri öğrenildi. Hisar Bekçisi Bayram Tatlıpınar ile birlikte hareket eden On Yapım görevlilerinin, Halil Günbeyi’nin yokluğunda uygunsuz işlerini daha rahat çevirmeyi planladıkları öğrenildi.

REZALETİ BİLDİRİNCE SÜRÜLDÜ

Rumeli Hisarı'ndaki içki rezaletini dilekçe ile amirlerine bildiren Halil Günbeyi, ödüllendirilmesi gerekirken sürgün edildi. Rümeli Hisarı’ndaki sayman mutemetliği görevinden alınan Günbeyi, Beyazıt Kütüphanesi deposuna geri hizmet memuru olarak atandı. Günbeyi şimdi Beyazıt Kütüphanesi’nde depoya kitap taşımakla görevli.

SANATÇILAR İÇİYORMUŞ

Rumeli Hisarı'ndaki içki rezaleti ile ilgili aradığımız On Yapım firmasının sahibi Murat Yıldırım ise iddiaları ilk önce kabul etmezken, daha sonra gelen sanatçılar tarafından içki içilmiş olabileceğini söyledi. Yıldırım “Bizim kesinlikle alakamız yok. İçki gelen sanatçılar tarafından içilmiştir. Bu gayet normal, ne var bunda, bu kadar abartmayalım. Sanatçı bir kadeh içki alabilir, ne var bunda? Benim annem hatim indirmiş bir insan, biz de Müslümanız” şeklinde konuştu. Muhabirimizin, kamusal alanda, bir “cami minaresi” altında içki tüketiminin doğru bulup olmadığını sorması üzerine Murat Yıldırım “Ne var bunda, olabilir. Kuruçeşme'de cami yanında içkili restoran var, bu normal” diyerek garip bir savunma yaptı.

BOĞAZKESEN CAMİİ BURADA BULUNUYOR

Fatih Sultan Mehmed Han'ın vakfiyesinde ismi geçen 7 camiden biri olan Boğazkesen Camii, Rumelihisarı'nda bulunuyor. Fatih Sultan Mehmed Han tarafından inşa edilen bu askerî yapı, 1452'de 4 ay gibi kısa bir sürede tamamlandı. Hisar, Ortaçağ 'ın en büyük ve kuvvetli hisarı olarak biliniyor ve bütün heybeti ile Boğaziçi'ni süslüyor. Hisar içindeki caminin minaresi ise hâlâ ayakta duruyor.


Darbelere lânet

vakit/12.09.2008

Darbelere lânet


İdam, işkence, faili meçhul cinayet gibi olaylar sonucunda sağcısı-solcusuyla binlerce vatan evladının hayatını kaybetmesine neden olan 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi, 28. yıldönümünde lanetle anıldı. Resmi rakamlara göre 12 Eylül darbesinde; 650 bin kişi gözaltına alındı, 50 kişi idam edildi,

171 kişi işkencede öldürüldü, cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi, 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü, 14 kişi açlık grevinde öldü, 16 kişi kaçarken vuruldu, 95 kişi çatışmada öldü, 43 kişi intihar etti.. Resmi olmayan rakamlar ise çok daha korkunç boyutlarda. Ancak üzerinden tam 28 yıl geçen bu zulme neden olanlar yargılanmadı, yargılanamadı. Darbecilere yaptıklarının hesabı sorulmadı. 12 Eylül askeri darbesinin 28. yılında sivil toplum örgütleri Vakit aracılığıyla, “Darbeciler yargılansın, darbeler son bulsun, cunta anayasası değişsin, demokrasi ve özgürlüklerden artık ödün verilmesin” mesajı verdiler.

“GERİ VİTES İSTEMİYORUZ”

HAK-İŞ Genel Başkanı Salim Uslu, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yıldönümü nedeni ile yaptığı açıklamada, ihtilal, darbe ve müdahaleleri demokrasilerde ‘geri vites’ olarak nitelendirdi. Uslu, “Türkiye'nin koştuğu demokrasi kulvarında anti demokratik sektelerin yeri yoktur” dedi. Uslu, darbe ve ihtilal dönemlerinde en büyük zararı emeği ile geçinenlerin gördüğünü belirterek, “Demokratik kurumlar olan siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşlarının kendilerini inkâr pahasına birtakım demokrasi dışı taleplerde bulunuyor olmalarını, hak ve özgürlükleri rafa kaldırma niyetlerini anlamak ve haklı görmek mümkün değildir” diye konuştu.

TAKOZ KALKSIN

Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu ise, “12 Eylül darbesi ve kalıntılarının izlerinin tamamen silindiği, yerine demokratik bir sistemin inşa edildiği Türkiye istiyoruz” dedi. Darbelerin mimarlarının yargılanmasını isteyen Gündoğdu, “Ülkemizin ve milletin önünde takoz olan 12 Eylül Anayasası’nın evrensel hukuka, demokratik değerlere uygun ve insanı merkeze alarak değişmesi halinde ülkemiz dünya demokrasi liginde ön saflarda yerini alacak, insanlarımızın yaşamaktan keyif aldığı bir ülke durumuna gelecektir. Bir yandan yeni anayasa çalışmaları sürdürülürken, diğer taraftan da 12 Eylüllerin, 28 Şubatların mimarları sorgulanmalı, hesaba çekilmelidir” şeklinde konuştu.

DİSK: “DARBECİLERİ

NE UNUTURUZ, NE AFFEDERİZ”

DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün de, darbecileri kınadı ve sivil anayasa taleplerini dile getirdi. Görgün, şunları söyledi: “12 Eylül’de Türkiye çok şey kaybetti. Ne unuturuz, ne affederiz. Gönül huzuru içinde darbelere, darbeciliğe ve demokrasi dışı bütün arayışlara karşı olduğumuzu dün de söyledik, bugün de söylüyoruz. İşte bu nedenlerle bugün ortaya çıkanların yalnızca su üstünde görünen yanlarıyla değil, derinlemesine soruşturulmasını ve sonuna kadar gidilmesini istiyoruz.”

“DARBECİLERİ ANAYASA İLE KORUYAN TEK ÜLKE BİZİZ”

“Aradan geçen 28 yıla rağmen, Türkiye ne darbeci generallerle hesaplaşabildi, ne de 12 Eylül’ün ürünü olan 1982 Anayasası’ndan kurtulabildi” diyen KESK Genel Başkanı Sami Evren ise “Türkiye, darbecileri Anayasayla koruyan yegane ülke olmanın ayıbıyla yaşamaktadır. Darbecilerden hesap sorulmalıdır. 12 Eylül’ün etkisinden kurtulabilmek için atılması gereken diğer adım da, başta 1982 Anayasası olmak üzere tüm darbe hukukunun derhal tasfiye edilmesidir” dedi.

HİZMET-İŞ: “BU YASALARA TAHAMMÜLÜMÜZ KALMADI”

Hizmet-İş Sendikası Genel Başkanı Mahmut Arslan da, 12 Eylül darbesinin Türk demokrasisinin önüne aşılması zor bariyerler döşediğini söyledi. “Bu günü demokrasi tarihimize yazılmış bir kara sayfa olarak niteliyoruz” diyen Arslan, “Türkiye’nin ‘olağanüstü dönem yasaları’na tahammülü kalmamıştır” diye konuştu.

GEÇİCİ 15. MADDE HALEN YÜRÜRLÜKTE

Bem Bir Sen Genel Başkanı Mürsel Turbay da, darbe süreçlerinde en çok zarar gören kesimlerin sivil vatandaşlar, en az zarar gören kesimlerin ise terör örgütleri olduğunu söyledi. Turbay, şöyle konuştu: “Terör grupları nerdeyse hiç zarar görmezken ülkenin siyasi ve sosyal yaşamı üzerindeki olumsuz etkileri halen süren 12 Eylül darbesinin Pentagon tarafından büyük destek gördüğü her kesimce biliniyor. Sonra karşımızda bir Yunanistan gerçeği var. Yunanistan darbecileri yargılayıp cezalandırırken, biz halen sivil bir anayasaya bile kavuşamadık. Yıllardır darbecilerin korunmasına olanak sağlayan geçici 15. maddeye bile müdahale edemedik. Yunanistan’da 1967 yılında iktidara el koyan cuntacı askerler yargılandılar ve cezaevlerine gönderildiler. Çok geçmeden hedefledikleri AB’nin kapısından içeri sızdılar. Hesaplaşmanın sonunda ülkeye demokrasi yerleşmekle kalmadı, milli gelirleri katlandı. Biz ise halen kriz ve gerilimlerle uğraşıyoruz. Bu karanlıktan kurtulmanın tek yolu özgürlükçü yeni bir anayasadır.”

“ARTIK 12 EYLÜL KÂBUSU GÖRMEK İSTEMİYORUZ”

Memur-Der Federasyonu Genel Başkanı Cengiz Özbay da “Sözlüğümüzden darbe kelimesinin tamamen kaldırılmasını istiyoruz” dedi. Sivil Düşünce Platformu kurucularından Eğitim Uzmanı Ufuk Coşkun ise, ülkedeki temel sorunun 12 Eylül despotizmi olduğunu vurgulayarak, sivil ve özgürlükçü bir anayasa ile sorunun üstesinden gelinebileceğini söyledi.

SIRP KARADZİÇ’TEN FARKSIZLAR

Öğretmen Sen Genel Başkanı Yusuf Tanrıverdi ise, Türkiye’deki darbecilerin Sırp katil Karadziç’ten daha ağır suç işlediklerini söyledi. Tanrıverdi, “Ha Karadziç ha bizim darbeciler. Yeni Karadziçler çıkmasını istemiyorsak derhal Geçici 15. madde kaldırılsın, darbeciler yargılansın.” diye konuştu.

9.09.2008

PKK’yı Ergenekon Kurdu, Besledi, Bitmesini İstemedi...

Mehmet Şevket Eygi

milli gazete
09.09.2008
PKK’yı Ergenekon Kurdu, Besledi, Bitmesini İstemedi...

PKK terörünü Ergenekon çıkartmıştır... Başlattıktan sonra, bitmemesi için her şeyi yapmıştır... Niçin? Çünkü PKK terörünün gölgesinde şu ana kadar yüz milyarlarca dolarlık rantlar, vurgunlar elde edilmiştir...

PKK eşittir, büyük uyuşturucu kaçakçılığı.

PKK eşittir, büyük miktarda silah, cephane, savaş malzemesi kaçakçılığı.

PKK eşittir, büyük miktarda koyun kaçakçılığı.

PKK eşittir, akaryakıt kaçakçılığı.

PKK eşittir, yüz milyarlarca dolarlık kara para.

“Kürtler bağımsızlık istiyormuş, onun için silahlanıp dağa çıkmışlar...” Bu mavallara inanmayınız, inkar etmiyorum, Kürt vatandaşlarımıza, Kürt kardeşlerimize çok zulümler edilmiştir ama PKK bu yüzden oluşmamış ve kurulmamıştır.

Bu memlekette Kürtlere yapılan zulümlerin benzeri Müslüman Türklere de yapılmıştır.

1984’ten bu yana PKK yüz kere bitirilebilirdi, bitirmediler, bitmesine izin vermediler.

Bir ara PKK, MKE (Makine Kimya Endüstrisi) kurumunun ürettiği mermileri kullanmıştır. Bunu manası nedir?

PKK’yı kuranlar, PKK’yı koruyanlar, PKK’yı bitirmeyenler, bitirtmeyenler, PKK’ya destek olanlar 40 bine yakın vatandaşımızın katl edilmesine sebep olmuşlardır.

Kürt kökenli halkı devletten soğutmak için üç-dört bin köyü boşaltıp halkını sürüp perişan edenler Türkiye’ye en büyük kötülüğü yapmıştır.

Yirmi yıl doğuda hizmet görmüş, PKK ile savaşmış bir Jandarma subayı anlatıyor: Bir PKK timine baskın yapmak için gittik. Kaçmışlardı. Sıcak yemekleri sofrada, çayları ocakta idi,.. Onlara baskın yapılacağı haber verilmişti... Teröristlere bu baskını kimler haber vermişti?

Dağlıca baskınının iç yüzü nedir?

Ergenekon teşkilatının işi bitirilmezse PKK hiç bitmeyecektir. Türkiye batıncaya kadar sürecektir.

PKK’nın dış uzantıları vardır. Şu meşhur süper devlet, onun Ortadoğu’daki bilmem kaçıncı eyaleti... Liste daha bitmedi. Ermeniler...

PKK’nın en büyük zararı Kürtlere, Kürt halkına olmuştur ve bitirilemezse daha da olacaktır.

PKK’nın gölgesinde yapılan uyuşturucu, silah, koyun, akaryakıt kaçakçılığından binlerce kişi süper zengin, dolarla mülti milyoner olmuştur. Onlar hiç bu terör savaşının bitmesini isterler miydi?

Ergenekoncular, Niçin Tartışmaktan, Sorgulanmaktan Korkuyor?..

BU memlekette bir değil, bir sürü Ergenekon var. Mesela bir Tarih Ergenekonu var. Yapay, düzmece, gerçek dışı bir tarih uydurdular, kaç neslin beynini yıkayarak gerçekmiş gibi gösterdiler... Bir Kültür ve Eğitim Ergenekonu var. Bir Medya Ergenekonu veya mafyası var,..

Uzun yıllar boyunca tartışma, sorgulama, araştırma, müzakere kapılarını sımsıkı kapalı tuttular. Tabular tartışılamazdı.

Sorgulayanları sağcı, solcu, İslâmcı, şucu, bucu demeden mahkemelerde süründürdüler, zindanlarda çürüttüler.

Yaptıkları madem ki, doğruydu, tartışmaktan ve sorgulamaktan niçin korkuyorlar ve kaçıyorlardı.

Bir kere değil, bin kere iflas etmiş Evrim teorisini gerçeklerin gerçeği gibi gösteriyorlar. Gerçekse, tartışmaktan niçin kaçıyorlar? Buyursunlar, Evrimcilerle Yaratılışçılar büyük bir televizyonda ciddî şekilde tartışsınlar.

Yakın tarihimizi niçin tartışmaktan, sorgulamaktan çekiniyorlar. Söyledikleri doğru ise, tartışmalarda, açık oturumlarda galip gelirler. Niçin istemiyorlar?

Çünkü tartışmayı ve sorgulamayı kabul ederlerse yalanları meydana çıkacak, ideolojileri çökecek, rezil ve rüsvay olacaklardır.

Halkın çoğunluğunu oluşturan Müslümanları cahil bıraktılar. Müslümanlar son yıllarda cahillik duvarlarını yıktı ve okumuş bir Müslüman kesim meydana çıktı.

Ergenekoncular, başı örtülü Müslüman kızların okumasına izin vermediler. Müslümanlar da, sayısı fazla olmasa da bir kısım dindar çocuklarını Avrupa üniversitelerinde okuttular.

Ergenekoncular, sorgulama, tartışma kapılarını hep kapalı tutuyorlar. Aman tabulara zarar gelmesin.

Zihniyetleri şu: Ergenekon tabuları tartışılamaz, sorgulanamaz... Onları tartışan ve sorgulayanlar cezalandırılır...

Gelsinler tartışalım:

* Okunması, yazılması, öğrenilmesi, öğretilmesi son derece zor olan yazılarını Japonlar niçin değiştirmediler, çok kolay olan Latin/Frank alfabesine geçmediler? O zor ve çetrefil yazı ile nasıl oldu da ilimlerde, fenlerde, sanatlarda, eğitimde, üniversitelerde, medyada, sanayide, üretimde harikalar meydana getirdiler?

* Hilafetin kaldırılması Türkiye'nin lehine mi, aleyhine mi olmuştur?

* Buyursunlar tartışalım: Birtakım bedbaht Türk kadınlarına devletin TC antetli resmî vesikalarıyla fahişelik yapma hakkı tanıyorlar, kapılarında resmî polislerin beklediği genelevlerde yazarkasalar var, devlet bu işten KDV ve gelir vergisi alıyor. Hattâ bundan on yıl kadar önce genelevler imparatoriçesi Madam, devlet büyüklerinin de bulunduğu bir törende vergi rekortmeni olarak resmî ödül almıştı. Bütün bunlar insan haklarına, kadın haysiyetine, Türkiye'nin imza koymuş olduğu uluslar arası kadın hakları sözleşmelerine uygun mudur? Gelsinler tartışalım... Niçin kaçıyorlar?

Gelsinler şu konuyu tartışalım: Onların ideolojisiyle, ilkeleriyle, nazariyeleriyle Türkiye niçin bir Japonya, bir Güney Kore, hattâ bir Tayvan olamamıştır?

Tabuları, ideolojileri, ilkeleri haksa, doğruysa, Türkiye'nin yararına ise niçin korkuyorlar? Niçin kaçıyorlar?..

Onların ilkeleri, ideolojileri, tabuları çoktan iflas etmiştir. İflaslarını ilan etmiyorlar...


6.09.2008

İçkini kapda gel


Dünyanin ayyaslari birlesin

Türkiye bir garipler ülkesidir.
Dünyanin her yerinde sigaraya,alkole karsi mücadele verilirken bizim ülkemizde alkol promosyonu yapiliyor hatta içkini kapta gel adinda eylemler yapiliyor ve buna karsi çikan güvenlik güçleri suçlaniyor.

5.09.2008

TSK bu ayrimciliga son vermesi lazim

TSK nin internet sitesini gezinirken askeri okullara girmek isteyen ögrenci adaylarindan istenilen bilgiler hayli ilgimi çekti.
Ögrenci adaylarindan bu kadar mahrem bilgilerin istenmesi bana göre tam bir skandal. Hiç kimseninde şikayetci olmamasi daha büyük skandaldir bana göre.Zira böyle bir uygulamanin evrensel insan haklarina aykiri oldugunu düsünüyorum.Zannedersem yalnizda degilim ama sesini çikaran yok.

Ögrencilerden istenilen belgeler:

Aday ögrenciden istenilen genel bilgilerden sonra :
Formun Arka Yüzüne :
Asağıda belirteceğiniz yakınlarınıza ait , son üç ay içinde çekilmis vesikalık fotoğraflarını ve ailenizin topluca çekilmis bir fotoğrafını
yapıstırınız.

Evet TSK okullarina alacagi ögrenciler arasinda askerlikle hiç alakasi olmayan taleplerde bulunuyor.Kara harb okuluna aday ögrenci ile "yakinlariniza ait aile fotografi" ne demek oluyor.Eger Fransada böyle bir uygulama olsa hemen mahkemeye verilirdi.


Iste size Fransiz kara kuvvetlerine girmek isteyen ögrenci veya uzmanlar için basvuru talebi:

Nom*(soyisim)
Prénom*(isim)
Adresse*(adres)

Adresse suite(adres 2)
Code Postal*(sehir kodu)
Ville*(sehir)
Pays*(ülke)
Par téléphone*(telefon)
Adresse électronique*(e-mail)
Date de naissance*(dogum tarihi)
Sexe*(cinsiyet)
Plus haut diplôme détenu*(en son aldigi diploma)
Situation de famille*(medeni durumu)
Situation vis-à-vis de l'emploi*(is durumu)
Contenu de votre message(mesajinizin içerigi):

Evet istenilen bilgilerin hepsi bu kadar.Türkçesini parantez içerinde yazdim.

Aradaki farki gördünüzmü.
TSK kendi bünyesine alacagi kisilerin basi örtülü olup olmadigini ögrenmek için yedi sülalesinin fotografini istiyor.Fransa Silahli kuvvetleri ise sadece adayin kimligi,diplomasi ve adresini istiyor.Kimin oglu kimin kizidir fark etmez.

Diyeceksiniz TSK tehlikeli kisileri almamak için bunu yapiyor.Evet dogru TSK basi örtülü Anadolu müslüman ailelerin çocuklarini bir tehlike olarak görüyör.Ama öte yandan içeride PKKci,ergenekoncu,askeri malzemeyi kendi çikarina kullanan sahtekarlari nasilsa göremiyor.

Hergün Askerimize kurulan tuzaklar,sehitler neden hiç kesilmiyor acaba.TSK hiç düsünmezmi nereden biliniyor askerin güzergahi da mayin patlatiliyor,baskin yapiliyor.TSK kendi bünyesinde müslüman avina çikacagina dini inanci ne olursa olsun namuslu dürüst çaliskan insanlari tercih etse ülke için daha faydali olurdu.

Insanlar milliyetlerini,dogdugu yeri, ana-babasini seçemedigi gibi ,genellikle dinlerinide seçemezler.Ailesi hangi dine mensupsa o inançta kalirlar.Bu sebepten dolayi insanlari inancindan dolayi ayrimciliga tabi tutmak uluslar arasi insan haklari beyannamesinde suç sayilmistir.

Umarim yeni Genel Kurmay Baskani Ilker Basbug bu adaletsiz şartnameyi degistirir ve daha demokratik,daha adil asker seçimi yapar.

Militarist faşist medya

Bugünkü milliyet'in haberi

Başbuğ'un Van'da duygusal anları...

DHA

Diyarbakır'dan sonra Van'ı ziyaret eden Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, yoğun ilgi üzerine aracından indi. Başbuğ, "İşte bu ya! Erzurumlusu, Vanlısı, Karslısı... Bizim insanımız işte bu. Teröre geçit vermeyelim, tamam mı hemşehrim" diyerek vatandaşlarla sohbet etti.

Bu haber Türkiyede yaşayanlar için belkide siradan bir haber,alistiklari bir durum. Magazin bari gazeteler mankenlerin,dizi kahramanlarinin "peuple" lerin arasinda türk generalleri,onlarin günlük hayatini yazmayi bir marifet saniyor.

Fakat Türkiye disinda herhangi bir gazetede bir generalin fotografini görmek,yada televizyonda izlemek insanlarin hayalinden bile geçmez.

Neden her gazetede (sagci,solcu,muhafazakar) mutlaka bir asker haberi yayinlanir ?
35 yildir Fransada yasiyorum ve Genelkurmay baskanini tanimiyorum.Hiçkimsede yüzünü birkez görmüs degil.Adini da bilmeyiz.Ama Türkiyede Cumhurbaskanindan çok onun emrinde bir memur olan generallerden bahsedilir.
Hatta baskomutan makaminda olan Cumhurbaskanina bile bir general kafa tutabiliyor.Bizim militaris gazetelerde bunu gayet normal hatta takdire deger bir tavir gibi yayinliyor.70 milyondan çit yok.

Türkiye medyasi gerçekten faşizan,militarist (ergenekoncu) guruplarin eline geçmis durumda.
Bu medya ile Türkiye ne demokrasiye geçebilir nede gerçekten insan haklarina saygili bir politikaya sahip olabilir.
Zira asker ne kadar iyi niyetli olursa olsun asker askerdir.Asker her yerde tehlike görür,her zaman tetikte ates açmaya hazir durumdadir.Askerin bu tavri sadece Türkiyeye has degil bütün milletlerde böyledir.Ancak baska milletlerde askerin savaşci ruhunu kanalize eden siyasi yönetimler vardir.Asker seçilmis siyasilerden emir alir ve devletin çikarlari gerektiginde meşru hükümetin karariyla harekete geçer.Sivil yöneticilerden herhangi bir talep gelmeden asker kendi basina hareket edemez.
Eger bir ülkede bir komutan demeçler veriyor,devletin politikasini elestirebiliyorsa o ülkede demokrasi degil militarist bir yönetim var demektir.

Malesef Türkiye hala 1980 darbesinin yerlestirdigi derin devlet tarafindan yönetiliyor ve bu sistem devam ettigi müddetce AB ye falan girmek biraz hayalperestlikten öte gidemez.
Hatta soykirimla cezalandirilan Sirbistan, kendi ergenekoncularini tasfiye ederek Türkiyeden çook daha önce AB ye girecektir.