21.10.2008

O muhteşem tesiste, “Şehit Anası” da kalabilecek mi?..

Yazı Boyutu: 12 14 16


Serdar Arseven - Vakit
sarseven@hotmail.com
2008-10-21
O muhteşem tesiste, “Şehit Anası” da kalabilecek mi?..


Haberci arkadaşlarımızın ellerinde birkaç fotoğraf...
“Hafriyat” görüntüleri var...
İki adet de tabela...
Birinin üzerinde,
“F.BAHÇE ORDUEVİ OTEL İNŞAATI” yazıyor...
Tabelanın ortası ‘nedense’ karalanmış!..
O “karanlık bölge”nin alt tarafında da üstlenici firmaların ismi geçmekte:
“Gülgün İnşaat-TİSA İnşaat.”
Diğer tabelaya gelince...
Orada da “Muhteşem Bina”nın fotoğrafı var!..
Öteki tabelada “OTEL” olduğu belirtilen o Muhteşem Bina, bu tabelaya göre ise; “1. Ordu F.Bahçe vardiya PERSONEL YATAKHANESİ”!..

Orası “Otel” mi “Personel yatakhanesi” mi?.. Ne olarak kullanılacak?..
Arkadaşlarımız, takılmış bir kere...
Soruyorlar: Bu nasıl bir personel yatakhanesidir?..
Üstlenici firmalardan TİSA’nın internet sitesinde yer alan şatafatlı döküme göre:
• 23 bin metrekarelik inşaat alanı,
• 145 adet çift yataklı oda,
• 42 adet çift kişilik yataklı oda,
• 26 adet suit oda,
• 3 adet özel daire,
• Restorana ulaşmak için TÜP GEÇİT!!!
• 10 adet asansör!..
• 192 araç kapasiteli otopark...
Böyle uzayıp gidiyor, özellikler...
Hani daha fazla uzatıp da, şu kriz ortamında iştahınızı kabartmış, ruh dünyanızın “Aaaaah ahh!” diyen tarafının galebe çalmasına sebebiyet vermiş olmayalım!..
Özeti şu:
Bir tesis ki...
Hem de bir “ek” tesis ki...
Muhteşem, muhteşem, muhteşem!..

Diyor ki habercimiz:
Böyle “yatakhane” mi olur?..
Otel gibi!..
Ultra lüks bir otel gibi!..
Ya da... “Saray” bu, “Saray” abi!..

Efendim; dağıttık gidiyoruz...
Nasıl dağıtmayalım, “Otel”in ya da “Yatakhane”nin böylesine haşmetli olanını her zaman mı görüyoruz?!!
Adaaam sen de!
Ha “OTEL” ha “Yatakhane!..”
İçinde ben mi kalacam!..
Orasını geç de...
Kaça mal oluyormuş, ondan haber versene!..
Bizim cefakar ekip, sözleşmeye bir göz atmış:
Bedeli: 16 trilyon 310 milyar lira!..
Bu nasıl bir para?.. Az mı çok mu?..
“Karakolları parasızlıktan nakledemiyoruz” beyanından mülhem;
Şöyle de sorulabilir: Para var mı yok mu?..

Almışlar ellerine kağıt kalemi... TOKİ Başkanı, “1 trilyon liraya karakolun kralını yaparım abi” demişti ya!.
Oradan hareketle... 16.31 trilyonu, beheri 1 trilyon olan Karakol’a bölmüşler...
Pardon; karakola değil de, 1’e bölmüşler!..
Ne çıkmış?..
Bir ek “tesis” eşittir:
“Vasati”
On altı adet, “TOKİ” karakolu!..

Bizim arkadaşlar, böyle bir hesapla hazırlamışlar haberi...
“Otel ya da Yatakhane” diyorlar!..
“Karakol’dan önemli mi?..”
“Ki oralarda yaklaşık yirmi yıldır, yüzlerce Aslanımızı yitirdik!..
Ki oralarda PKK terörüne ne kurbanlar verdik!..
Ki, bir de... Adına ‘mali yetersizlik’ dedik!..

Bizim arkadaşlar, Aktütün baskını sonrasındaki “psikolojik ortamın” da tesiriyle bu haberin üzerine bir düşmüşler ki...
Bakın şimdi haberi geldi;
İşi alan müteahhide de girmişler...
Bu arkadaş meğer; CHP’liymiş!..
Efendim; bu durum da tesadüften ibaretmiş!..
Böyle bir haber var ellerinde... Onu da, bu yazıyı hazırlamakta olduğumuz dakikalarda fırına veriyorlarmış!..

Biz bu konulardaki kanaatlerimizi evvelce beyan etmiş idik!..
Yani, ne var bunda?!.
Lüks ise lüks!..
Hatta lüküs!..
Ne olmuş; bugün o binayı bitirirsin, efendim; müsait bir zamanda da ilgili karakolları...
Gün bitmedi ya?..
O otelde ya da yatakhanede...
Veya her neyse, o “muhteşem” tesiste işte, moral depolanacak...
Ve o moral, bittabi ülkenin aydınlık yarınlarının hizmetine sunulacak!..
Bir “Otel” ya da “Yatakhane” eşittir 16 TOKİ karakolu hesabıyla;
“BİR TÜRK DÜNYAYA, BİR OTEL 16 KARAKOLA BEDELDİR!” özdeyişine varmak doğruymuş gibi görünse de... Aslında doğru değildir...
Ya nedir?..
Aslında, ne olduğu da belli değildir!..
“Otel” mi “yatakhane” mi; “doğru” mu “yanlış” mı?..
Amma tuhaf, amma karışık bir yazı oldu... Hani, nereye çeksen oraya gidecek cinsten...
Bari, şu son bölümde netleştireyim meseleyi...
Efendim; bu amaca “hizmet” edecek sorum şu: O muhteşem tesis, (müteahhit beyanına göre) bu yılın sonunda “hizmete” açılacak ya...
Hani diyorum;
Şehit Mehmet’lerin
Anaları, babaları, eşleri, kardeşleri...
Oralarda...
Ve o kıyafetleriyle...
İhtiyaç duydukça kalabilirler mi?..
“Biz buraları kendi keyfimiz için yapmadık, şehit er ve erbaş anaları faydalanamayacak da kim faydalanacak” manasında bir açıklama gelsin ilgilisinden...
Bu muhteşem konfor için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayanları alkışlamazsam ne olayım.

20.10.2008


Lüks otele para varmış!
“Sınır karakolları parasızlıktan yapılamıyor” iddialarının ortaya atıldığı bir ortamda İstanbul'daki Fenerbahçe Orduevi bünyesinde 16.3 trilyon liralık muhteşem bir tesis yükseliyor.


Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Hasan Iğsız'ın, PKK tehdidi altındaki karakolların “mali yetersizliklerden dolayı” nakledilemediğine ilişkin açıklamasının büyük tartışmalara yol açması üzerine Genelkurmay'dan Iğsız Paşa'nın sözlerini “tekzip” eden “Maddi yetersizlik yok” açıklaması gelmişti. Kamuoyundaki kafa karışıklığı devam ederken; İstanbul'daki Fenerbahçe Orduevi'ne yapılan 16.3 trilyon liralık otel-yatakhanenin, kısa sürede son aşamaya gelmesi dikkat çekiyor. Sınır karakollarımızın ne denli tehlikelere açık ve köhne oldukları terör örgütü baskınları sonucunda ortaya çıkmıştı. Sınır karakolları ne kadar “içler acısı” bir vaziyet arz ediyorsa, Fenerbahçe Orduevi, lüks ve ihtişamıyla o kadar göz kamaştırıyor. Vakit ekibi, bu ihtişamı yerinde görmek için Fenerbahçe Orduevi'ne gittiğinde, “içeri giremezsiniz” cevabıyla karşılaştı. Bundan dolayı da, görüntüleri Orduevi'ne hakim bir binadan almak zorunda kaldık.

İHTİŞAMA BAK!.. MARMARA RESTORAN'A TÜP GEÇİT BİLE VAR!..
Üstlenici TİSA İnşaat'ın internet sitesinde, “yeni binanın” özellikleri şöyle sıralanıyor:
* 145 adet çift yataklı oda, 42 adet çift kişilik yataklı oda, 26 adet suit oda, 3 adet özel daire olmak üzere toplam 216 oda ve 426 yatak kapasiteli, 23.000 m2 toplam inşaat alanına sahip otel bloğu ve 500 ton kapasiteli su deposu,
* “Otel”in ihtiyacını karşılamak üzere 136 araçlık kapalı ve 56 araçlık açık olmak üzere toplam 192 araç kapasiteli otopark,
* Bodrum, alt zemin, üst zemin, 3 adet normal kat ve teras kattan oluşan 4420 m2 oturma alanına ve 22 metre yüksekliğe sahip otel bloğunun Marmara Restorant'a bağlantısı maksadıyla tüp geçit,
* Özel odalarda (84 m2) yatak odası, banyo, hazırlık odası, oturma ve çalışma odaları; suit odalarda (45 m2) yatak odası, oturma odası, banyo ve hazırlık odası; çift kişilik yataklı odalarda (24 m2) yatak odası ve banyo,
* Banyoların döşeme ve duvar kaplaması seramik, tavanı ise perfore alüminyum asma tavan; odaların döşeme kaplaması halı, tavanı alçı panel asma tavan üzeri plastik boya,
* Özel oda, duvar kaplaması, dekoratif duvar kağıdı, diğer odaların duvarları ise yarı mat yağlı boya,
* Elektrik tesisat imalatı kapsamında; temel topraklaması ve faraday kafesli yıldırımdan korunma tesisatı yapılacak olup yeni binanın enerjisi mevcut trafo merkezinden sağlanıyor,
* Çevre aydınlatma, seslendirme, televizyon, intranet ve internet tesisatı imalatı, telefon hattı ihtiyacı mevcut nizamiye binasından hat çekilmesi yoluyla karşılanacak olup yangın alarm sistemi imalatı ile ups tesisatı prizleri ve kablolaması yapılacak, ayrıca 10 adet asansör tesis edilecektir.
* Su deposunda kuvvetli akım tesisatı imalatı ve yeni binada yapılacak yangın alarm sistemi ile bağlantılı yangın alarm sistemi imalatı gerçekleştirilecektir.

KARAKOL'DAN KIRK MİSLİ SÜRATLİ…
ACABA KIRK MİSLİ ÖNEMLİ DE ONUN İÇİN Mİ?
13.07.2006 tarihinde inşaatına başlanan “Otel”in bitiş tarihi, sözleşmede “03.07.2008” olarak belirtiliyor.
Vakit'in görüştüğü ortaklığın her iki firmasının da yönetim kurulu başkanı olan işadamı Faruk Gürbüz'ün “Binada sona geldik. Ruhsat işlerinde sıkıntı oldu, bunu aştık. İşi yıl sonunda teslim etmiş olacağız. Beş aylık bir gecikme. O da bizden kaynaklanmıyor” şeklindeki açıklamaları, muhteşem binanın hemen hemen hedeflenen sürede bitirilmiş olacağını gösteriyor. Bu da, karakolların güvenli yere naklinin 16 yıldır hala gerçekleştirilememiş olması ile kıyaslandığında, (karakollar bugün nakledilse dahi) yaklaşık kırk misli süratli hareket anlamına geliyor!.. Son olarak 17 vatan evladını kaybettiğimiz Aktütün Karakolu'na yönelik ilk saldırının meydana geldiği 1992'den bu yana geçen 16 yıllık süredeki 5 baskında 44 şehit verdiğimiz göz önünde bulundurulduğunda, Orduevi'ndeki sürat, daha anlamlı hale geliyor!..
16 KARAKOL!..
TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar, güvenli ve çağdaş karakolları kendilerinin inşa edebileceklerini açıklamış ve tahmini bedel olarak da 1 trilyon lira rakamını vermişti. Bu hesaba göre, Orduevi'nin ek tesisleri, 16 adet “güvenli ve çağdaş karakol”a tekabül ediyor.

OTEL Mİ, YATAKHANE Mİ?..
Bu arada, muhteşem binanın, otel mi yoksa yatakhane mi olarak kullanılacağı da tartışmalı. Binanın önündeki iki tabeladan “yıpranmış” olanında muhteşem bina “Otel” olarak geçiyor. Diğerinde ise “Personel Yatakhanesi.” Bina, yatakhane için çok lüks ve Fenerbahçe Orduevi'nin personel yatakhanesine ihtiyaç duyup duymadığı tartışmalı. Bugüne kadar, Orduevi'nde kalan personel, yatakhaneden dolayı hiçbir sıkıntı çekmedi. Bir başka dikkat çekici nokta da, belirtilen vasıfların, bir “personel yatakhanesi” için son derece lüks olması. “Orası otel mi, personel yatakhanesi olarak mı kullanılacak?” sorusunu “Orduevi yönetimine” yönelttiğinizde karşılık alamıyorsunuz. Aynı soru, üstlenici firma yetkilileri tarafından “Ne olarak kullanılacağına biz karışmayız. Belki yatakhane, belki de otel olarak kullanırlar. Orasına biz karışmayız. Sözleşmemizde ‘yatakhane' işi olduğu belirtiliyor. Sonrasında otel olarak kullanırlarsa, bizim problemimiz olmaz” karşılığını alıyorsunuz.
Otel ya da personel yatakhanesi...
Fark etmiyor:
Sonuçta, “muhteşem bir tesis!..”
Ve maksimum konfor için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmamış!..
Mehmetçik'in “sınırlarımızı beklediği” karakolların bir an evvel çağdaş standartlara ulaşması ve daha güvenli yerlere taşınması dileği ile!..

KEMAL ALTIN-AYDIN MÜRSEL / VAKİT

19.10.2008

17 şehit bir paşa eder mi?

Dünya tarihinde görülmüş şey mi bir savaşta 17 er için bir paşanın feda edildiği?

Edilmez. Bilmemiz gerekirdi. 17 basit asker için o kadar yıldıza kıyılmaz.

Savaşın mantığına aykırı.

Yine bilmemiz gerekirdi.

Türkiye’de siyaset savaşın boyut değiştirmiş halidir.

Tüm siyasal pozisyonlar da savaş koşullarına uygundur.

Cepheler kazılmıştır, ilk siren sesinde herkes siperine koşar ve savaşta artık her şey meşrudur.

Hakikatler ikiye ayrılır burada. İşinize yarayanlar yaramayanlar, sizinkiler, onlarınkiler.

Hakikat kurşun gibi, havan gibidir. Bizim hakikatimiz değilse, üzerimize, üzerimize gelir, tehlikelidir.

Hakikat üzerinize geliyorsa ona karşı elinize ne geçtiyse, balta, kazma, orak, çekiç, iftira, komplo, dezenformasyon, saldırmak sonuna kadar meşrudur.

Rutin dışına çıktı bu gazete, boş yere gerginlik çıkardı. Ağızların tadını bozdu.

Rutin şuydu.

17 Şehit haberini alınca birinci gün kahrolmak, dövünmek, varsa gözlerinizden iki damla gözyaşı dökmek.

İkinci gün bu gariban çocukların hayat hikâyelerini, en sevdiği şarkıları, sevgilileri ile ilgili ne varsa gazetenize koymak. Kahramanlık destanlarını tüketmek. “Siz olmasanız biz burada olamazdık” edebiyatının dibine vurmak.

Üçüncü gün cenaze günüdür. Hep hor görülmüş o gencecik erlerin bedenleri bayrağa sarılı tabutlar içinde taht misali o soğuk musalla taşlarında bir namazlık saltanat yaşar.

Sonra....

Üç gün sonra kimse onları hatırlamaz. Acılı anneleri, babaları öyle ortada kalır. Meclis köşelerinde diğer çocuklarına iş için gelip giderken horlanır.

İşte bu kez öyle olmadı. Bir gazete rutin dışına çıktı.

Bir gazete o çocukları, görkemli cenazeleri dağılınca, arkalarından söylenen kahramanlık türküleri kesilince, medyadaki hamaset tükenince hatırladı.

Ve sadece onlar için hiç bilmediği, el yordamıyla hareket ettiği tehlikeli yasaklı askerî bölgeye girdi.

Şehit ailelerinin bile alınmadığı o yasaklı alana.

“Çocuğum nerede, nasıl ve neden öldü” sorularının ağza tıkıldığı, çocuklarına otopsi yaptırmak isteyen annelere hain gözüyle bakıldığı, çocuklarının gömüleceği mezara bile devletin karar verdiği yasak bölgeye.

Bugüne kadar kimsenin girmeye cesaret edemediği, mayınlarla, örümcek ağlarıyla kaplı, bilinmez, akıl sır ermez, korkutucu askerî alana.

Öyle şeyler gördük ki orada, öyle karanlık işbirlikleri, öyle iktidar ilişkileri, öyle vurdumduymazlıklar, öyle basiretsizlikler, ihanetler, ihmaller.

Öfkeden deliye döndük.

Bekledik ki bizim gibi bunları görenler de öfkeden deliye dönsün, bir kereliğine olsun kafalarını cephelerinden çıkarsınlar, hesap sorsunlar, bir açıklama beklesinler.

Ve bir sürpriz oldu. Bunca garip ilişki ağına, üzerimize çökmüş iktidar bloklarına rağmen medyadan cesur sesler çıktı: Hürriyet’ten Ahmet Hakan, Milliyet’ten Sedat Ergin beni en çok şaşırtanlardı.

Sonra birileri yeniden savaşta olduğumuzu ve savaşta 17 er için bir paşanın feda edilmeyeceğini hatırladı.

Savaş baltalarını çıkardı.

Kâbuslarına giren o 17 şehidi bağırıp çağırarak başından savabileceğini zanneden bol yıldızlı, kudretli beş paşanın arkasında saf tuttu.

Fatih Altaylılar, Uğur Dündarlar, Yılmaz Özdiller işte bugün için doğmuştu.

Gerektiğinde paşalar için fedailik yapmak, en akla gelmedik iftiralarla gözü kapalı saldırmak, dezenformasyon yapmak, montaj, komplo, iftira diye bağırmak, bağırlarını açıp kendilerini ortalara atmak için.

Necip Fazıl hayranı, Milli Türk Talebe Birliği sempatizanı, Milli Görüşçü günlerinden Tayyip Erdoğan’ın, Abdullah Gül’ün beyinlerine yerleştirilmiş “devlet ebed müddet”, “Allah devletimize zeval vermesin”, “peygamber ocağı ordu” çiplerinin zamanlaması da kudretli paşanın haşmetli bağırtılarıyla devreye girdi.

Erdoğan’ın öfkeli gözlerinin içine bakarak muhafazakâr-demokratlık tezleri uyduran kişisel akademisyeni, liderinin en savunulmayacak böyle bir gününde bile bokundan boncuk çıkarsın diye vardı.

Memleketin dindarlarının basiretinden fersah fersah geride kalmış, Akif’i bir çağ geriden izleyen, 3. dünyacı İslamcılardan “sivil servislerle” Başbakan-Başbuğ muhabbetinin örselendiği komplo teorilerinden başka ne beklenebilirdi ki?

AKP’lilik ile demokratlık arasında sıkışanlar için tek çare “Ama kurumları yıpratmamak lazım” geyiklerindeydi.

Bu savaşa kendini fena halde kaptırmış, bütün siyaseti güç mücadelesi şeklinde okumaktan hakikate karşı duyarsızlaşmış bazı demokratlar için de “Taraf iyi paşa Başbuğ’u zor durumda bırakmaya çalışan Ergenekoncu askerlerin oyununa gelmişti.”

Görüyorsunuz. Bu kadar büyük bir kavgada, böylesine büyük hesaplaşmalarda, akıl sır ermez uluslararası komplolarda, dünya düzeni, derin devlet analizlerinde kimin umurundaydı 17 çocuğun ölümünde ihmal olup olmadığı?

Hakikat terazileri şaşırmış, “siperlere borusuyla” vicdanlarını atlarının terkislerine atan kurşun askerler için sahici Mehmetçiklerin kısa ve değersiz ömürlerinin bir kıymeti olabilir miydi?

O 17 çocuk için onbin yıllık devlet geleneğimizin köküne kibrit suyu dökmek caiz miydi?

O 17 ölü çocuk için medyada gerginlik çıkarmak, hükümet-ordu ilişkilerini bozmak, orduyu yıpratmak, paşaların tatlı canlarını sıkmak, onları öfkelendirmek reva mıydı?

O 17 çocuk için beş paşaya kıyılır mıydı? O 17 çocuk için cumhuriyetimizin temeli ordunun yıpratılmasına göz yumulur muydu? O 17 çocuk bu kadar mesele yapılıp, ekonomik kriz gibi meseleler ikinci plana atılır mıydı?

17 çocuk için 10 gündür konuşuyoruz işte. Yeter bu kadarı onlara.

Ölene çare bulunmaz.

Çok uzadı, koordinatlar falan.

Ne yapalım ordu bizim ordumuz atsan atılmaz, satsan satılmaz.

Başbakan bizim başbakanımız, arada bağırıp çağıracak böyle, kaderimiz, çekeceğiz.

Hadi kapatalım artık bu mevzuyu burada.

Kapatalım üstünü ve önümüzdeki şehitlere bakalım...

Yıldıray Oğur - Taraf-19/10/2008

Böyle yöneticiler de var

Mustafa Kemal, daha sonra çok ünlenecek bir konuşmasında, “biz komünist değiliz, biz faşist değiliz,” demiş...

Sonra da “biz neyiz” sorusuna tam bir cevap bulamayınca, “biz bize benzeriz” diye bitirmişti cümleyi.

Bu “biz bize benzeriz” lafını çok sevdik biz.

Hiçbir şeye benzemiyoruz...

Kendimize benziyoruz.

Kendimizin ne olduğunu da pek tarif edemiyoruz.

Sadece “bizim çok özel koşullarımız” olduğunu söylüyoruz.

Dünyada bunca millet, bunca devlet, bunca kavim var ama biz hepsinden farklıyız.

Bu, iyi bir şey mi?

Bize benzemeyenlerin çoğunun bizden daha özgür, daha mutlu, daha zengin olduğuna bakılırsa çok da iyi bir şey değil.

Norveç, Lüksemburg, İsviçre bizden çok daha zengin ve huzurlu yaşıyorlar.

Onlara benzesek fena olmazdı mesela.

Ha, onların Kürtleri, PKK gibi örgütleri yok.

Onlara benzeyemeyiz.

Peki, Baskları olan İspanya’ya, İrlandalıları olan İngiltere’ye, Korsikalıları olan Fransa’ya benzesek olur mu?

“Yook, bizde çok dindar var” derseniz, İspanya’nın, Fransa’nın dindarlığının bizden pek eksiği olmadığını söyleyebiliriz.

O ülkeler nasıllar?

Geçenlerde Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, “dünyanın bütün orduları böyle davranır” deyince, biz biraz baktık bu ülkelere.

Oradaki ordular nasıl davranıyor diye.

Bize pek benzemiyorlar.

Fransa’da çok taze bir olay oldu.

Geçtiğimiz temmuz ayının başında bir felaket yaşandı.

Ülkenin güneyindeki Carcassone kentinde halka açık bir “rehine kurtarma operasyonu” yapıldı “kurusıkı” silahlarla.

Fakat bu “operasyon” sırasında aralarında beş yaşında bir çocuğun da bulunduğu 17 kişi, askerleri izlerken “hakiki” mermilerle vuruldu.

Fransa ayağa kalktı.

Fransız Genelkurmay Başkanı Bruno Cuche, derhal dört yıldızlı bir generali “bir haftada sonuçlandırılacak” bir araştırma için görevlendirdi.

Fransa Devlet Başkanı Sarkozy, üst düzey generalleri Elize Sarayı’na toplayıp, “siz profesyonel falan değilsiniz, hepiniz amatörsünüz” diye bağırdı.

Ardından yaralıları ziyaret edip, “bunun affedilmez bir ihmal” olduğunu söyledi.

Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanını arayıp, “güvenlik prosedürlerinde çok ciddi ihmaller olduğunu” söyleyip sorumluların “gereğini yapmasını” istedi.

Soruşturmalar, 28 yaşındaki bir çavuşun yanlışlıkla cebindeki “hakiki mermilerle dolu” şarjörü kullandığını ortaya çıkardı.

Çavuş gözaltına alındı.

“Deneyimli” bir asker olduğu söylenen çavuş, “kasıtsız yaralanmaya sebebiyetten” mahkemeye verildi.

Olay, bir çavuşun “dalgınlığından” kaynaklanmıştı.

Ölen yoktu.

Peki ne oldu?

1999’da Kosova’da NATO Barış Gücü’nün komutanlığını da yapmış olan Genelkurmay Başkanı Cuche istifa etti.

Sarkozy de “amatörsünüz” diye azarladığı generalin bu istifasını, “sorumluklarının bilincinde olan bir adamın, büyük bir askerin jesti” olarak övdü ve istifayı kabul etti.

Ne Fransız basınını “orduyu yıpratmakla” eleştiren oldu, ne de Sarkozy, Genelkurmay Başkanını savunmak için “siz kimin medyasısınız” gibi konuşmalar yaptı.

Olay bir çavuşun hatasıydı.

Ama insanlar yaralanmıştı.

Devlet başkanı devlet başkanı gibi, genelkurmay başkanı da genelkurmay başkanı gibi davrandı.

Biri olayın hesabını sordu.

Diğeri sorumluluğu üstlenip istifa etti.

Şimdi küçük bir sorumuz var.

Bu ülkede devlet yöneticilerinin devlet yöneticisi gibi davranamamasının, kimsenin sorumluluğu üstlenip “gereğini” yapmamasının nedeni, bu ülkede Kürtlerin PKK’nın, dindarların bulunması mı?

Şartlarımızın “çok özel” olmasından mı bizim yöneticilerimiz böyle?

“Türkiye’nin özel şartları” kimsenin sorumluluğunun bilincinde olmaması anlamına mı geliyor?

Başbakan onun için mi hesap soramıyor?

Genelkurmay Başkanı onun için mi insanları tehdit ediyor?

“Biz bize benzediğimiz” için mi?

Biz, biraz da bize benzemesek, biraz da Fransızlara benzesek mesela, çok mu kötü olur?

Allah muhafaza Fransa kadar fakir, Fransa kadar baskıcı, Fransa kadar kan içinde mutsuz bir ülke mi oluruz?

Yoksa Fransa öyle değil mi?

Yoksa Fransa bizden daha zengin, bizden daha özgür ve bizden daha mı mutlu?

Acaba onların bizden daha iyi durumda olmaları “bize benzememelerinden” mi kaynaklanıyor?

Dünyanın orduları, dünyanın yöneticileri var.

Bize benzemiyorlar.

Biz de onlara benzemiyoruz.

Kim, kendi durumuyla övünmeyi hak ediyor peki?

Biz mi, onlar mı?


Ahmet Altan - 19.10.2008

17.10.2008

Ankara belediyesi

GözünÜz aydin.Karayalçin Ankara Belediyesine adaymis.
Eh PKK sevinsin.

Böylece,Ergenekon araciligiyla orduya sizan PKK simdide Türkiyenin kalbi Ankara belediyesine yerlesecek.

Eger Ankaralilar bu herife oy verirse,halkimiz (bir kismi) cahil ve hafizasiz oldugunu tescillemis olacak.
Bilindigi gibi bir zamanlar Karayalçin,simdiki DTP nin, dolayisiyle PKK nin temelini olusturan ve vatan bütünlügüne tehlike olusturdugu gerekçesiyle kapatilan HADEP le birlik olmustu.
Umarim Ankaralilar bunu unutmadi.
Yoksa Bekir Coskun'un bidon kafalilar yakistirmasini hak etmis olacaklar.

16.10.2008

Helikopter kazasını da, sorgulayamayacak mıyız?..

Ali Karahasanoğlu - Vakit
akarahasanoglu@vakit.com.tr
2008-10-17
Helikopter kazasını da, sorgulayamayacak mıyız?..


Genelkurmay Başkanı’nın önceki gün yaptığı açıklamaya göre, PKK’nın Aktütün eylemi, “intihar saldırısı” idi..
Peki itiraz etmeyelim, komutanın tesbitini kabul edelim.
İyi de o zaman, dün Genelkurmay’ın açıkladığı ne idi?
Hani intihar etmişti örgüt?
İntihar eden örgüt, nasıl dirildi de, tekrar 4 askerimizi şehid etti?
Bu kadar net bir şekilde, örgütün sonlanmak üzere olduğunu açıkladığınızın ertesi günü verilen bu kayıplarımızı ne ile izah edeceğiz?
Tamam; “Bitmek üzere dediysek, bitti demedik. Biraz daha sürecek” cevabı ile konuyu geçiştirebilirsiniz..
İyi de, somut olarak sorsak, ne cevap vereceksiniz: “Genelkurmay’a göre, bu iş nasıl bitecek?”
“Daha kaç şehid vereceğiz?”
“Kaç şehid daha verdikten sonra bu terör bitecek?”
“Ve kaç yılda bitecek?”
Bunları bilmek hakkımız değil mi?
Belli günlerin yıldönümlerinde beyanatlar veriyoruz: “Saltanatın kaldırılması ile birlikte, köle toplumdan, özgür bireye geçiş başarısı gerçekleştirilmiştir.”
O zaman buyurun, “özgür birey”liğin gereklerini yerine getirenlerin sorularına cevap verin..
Bırakın cevap vermeyi, bir de “Niye soruyorsunuz” diye, sorgulamalara muhatap oluyoruz.
Her açıklamayı, büyük bir itaatle dinleyip, kabul etmemezi istiyorlar..
İyi de, böyle körü körüne bir itaatle nereye varacağız biz?
Niye aklımızın sorguladığı konuları, sorumlulara yöneltmeyeceğiz?
Alın son olayı..
Aktütün değil..
Aktütün’den sonra, Genelkurmay’ın dün yaptığı açıklama ile öğrendiğimiz, 4 askerimizin şehadeti olayı.. 4 askerden hemen sonra da, helikopter inişi sırasında, bir askerimizin daha şehid olması olayı..
Sormayacak mıyız, nasıl oldu bu olay?
Sorgulamayacak mıyız, nasıl oldu helikopter kazası?
Üç kuruşluk bir araç yolda kaza yapsa, hemen tutanaklar tutulur, kusurlu olan hakkında raporlar düzenlenir..
Kim ne mağduriyete düştü ise, kusurlu olandan zararını tazmin eder.
Kimi zaman başka bir araçtır kusurlu olan. Kimi zaman, bizzat zarara uğrayan aracın kendi şoförü.. Kimi zaman da aracın kendisindeki teknik arızadır kazanın sebebi.. Hatta yeni yeni gelişen sorumluluk anlayışına göre, yoldaki teknik hatalar bile artık raporlarda dikkate alınır... Dikkate alınır ve zararın kimin kusuru ile oluştuğu, kimin ne kadar zarardan sorumlu olduğu raporlara bağlanır..
Peki aynı kaza, askeri kuvvetlerimize ait bir helikopterde yaşandığında, niçin tutanaklar tutulmuyor?!
Daha doğrusu, tutulan tutanaklar, kamunun bilgisine sunulmuyor?
Bir helikopterimizde kaza yaşanıyor.. Bir askerimiz şehid oluyor..
Bunun raporunu sormayacak / soramayacak mıyız biz?
Genelkurmay bir açıklama yapacak, “Bir helikopterin inişi esnasında meydana gelen teknik arıza sonucu, helikopter kırıma uğramıştır” diye.. Biz de “Gelen mala gelsin” deyip susacağız.
Arkasından açıklama devam edecek, ”Bu olayda ağır yaralanan bir güvenlik görevlisi Şırnak Asker Hastanesi’nde şehid olmuş” ifadeleriyle, sadece mala değil, cana da zarar geldiği bildirilecek.. “Vatan sağ olsun” deyip oturacağız..
Böyle mi olması isteniyor?
Helikopterin markası nedir? Kim satmıştır? Kaça satılmıştır? Kazadaki kusur, kullanımdan mı, yoksa üretici firmanın hatasından mı kaynaklanmştır?..
Bu ve benzeri soruları sormayacak mıyız?
Hele hele, bazı komutanlarımız, şu veya bu silah tüccarı işadamları ile, şu toplantıda / bu toplantıda bir arada görünüyor, golf sahalarında spor yapıyor iken!..
Bazı komutanlarımız, emekli olur olmaz, TSK’ya silah satan yabancı şirketlere danışmanlık yapmaya başlıyor iken..
Hiç sormayacağız; “Helikopterin kazasında düzenlenen ayrıntılı rapor nerededir?” diye..
Öyle mi?
“İniş sırasında kırıma uğradı ya işte canım” deyip geçiştireceğiz..
Öyle mi?
Öyle ise, yollarda kazaya uğrayan araçlarımız sebebi ile, niye tutanaklar tutuyor, raporlar düzenletiyor, mahkemelerde binlerce dava ile birbirimizden tazminatlar almaya kalkışıyoruz? “Kaza oldu işte canım. Daha niye soruyorsunuz ki?” deyip kapatalım işi.. Ne mağdur olan tazminat istesin, ne de zarar veren tazminat ödesin.. Kaza işte!..

13.10.2008

Paşalar hasta, memleket yasta!

'Paşalar hasta, memleket yasta!'

Aktütün saldırısından sonra yaşananları kaleme alan Habervaktim editörü, Aktütün saldırısı karşısında Paşaların analizini yaptı.

Editör “Havacı golfte, bölgeden sorumlu Paşa Uludağ'da kayakta. Gerisi GATA'da, hasta. Birinin derdi gözü, ötekinin dişi; Başbuğ'un derdi de böbreğindeki taşı…” dedi.


Habervaktim'le ilgili yeniliklere de değinen editörümüzün yazısının tamamını görmek için tıklayın

12.10.2008

Öğretmenimiz yok' de, sana 50 YTL

" 'Öğretmenimiz yok' de, sana 50 YTL"


Vakit, okulda görevli öğretmenlerin isim ve fotoğraflarına ulaşarak, usta tahrikçi Uğur Dündar'ın maskesini düşürdü.




Doğan Medya Grubu, "Aktütün'de öğretmen olmadığı için eğitim verilmediği" iddialarını sürdürürken, gazete ve TV ekranlarında kullanılan 11 yaşındaki öğrenciye, "Öğretmenimiz yok" demesi için 50 YTL verildiği ortaya çıktı.

Doğan Medya Grubu, usta tahrikçisi Uğur Dündar'ın gündeme getirdiği ancak Milli Eğitim Bakanı'ndan Vali ve Kaymakamına kadar tüm yetkililerin yalanladığı “Aktütün'de öğretmen olmadığı için eğitim verilmediği” iddiasını dün de sürdürürken, 11 yaşındaki öğrencinin bu yönde açıklamalarda bulunmaya parayla razı edildiği ortaya çıktı. Dündar ve ekibi, “Öğretmensiz okulunu anlattı” diye ekranlara taşıdığı ilköğretim 5. sınıf öğrencisi Çiçek Aysal'a “öğretmenimiz yok” demesi için 50 YTL vermiş.

YAKINLARI DOĞRULADI

Terörist baskın sonucu 17 şehit verdiğimiz Hakkari Şemdinli'deki karakolun yakınındaki Aktütün Köyü'nden olan Çiçek Aysal'ın yakınları “para olayı”nı doğruladı. Çiçek Aysal'ın amcası İmran Aysal, “Köyümüzün okulunda öğretmen sıkıntısı yok. Okul Jandarma tarafından 2005'te yapıldı. Bu tarihten bu yana hizmet veriyor. Okulumuzun öğretmeni olmadığı yönündeki iddialar doğru değil. İki öğretmen görev yapıyor. Yeğenime ‘Öğretmenimiz yok' açıklamasından sonra 50 milyon vermişler. Bu yönde açıklamalarda bulunan diğer öğrenciye de yine 50 milyon vermişler. Bunu bana yeğenim söyledi. Ancak niçin verdiklerini söylememişler. Para verenleri de tanımıyoruz. Muhtemelen televizyoncular verdi bu paraları, bu yönde açıklamalarda bulunmaları için” dedi.

BABAYA 10 MİLYARLIK TEKLİF!

Uğur Dündar ve ekibinin, yalan haberlerini sürdürmek için Çiçek Aysal'ın babası Sami Rahim Aysal'a da para teklif ettiği ortaya çıktı. Baba Aysal'a “Kızının canlı yayına çıkarak bu şekilde konuşmasını sağlarsan sana 10 milyar lira veririz” demişler. Aktütün Köyü Muhtarı Cever Çalışkan, “Öğrencinin Star televizyonundaki ‘öğretmenimiz yok' açıklamasını görünce şaşırdım. Nasıl böyle der? Okulumuzda eğitim sürüyor, öğretmenimiz var, öğretmenlerden biri hem de bu öğrencimizin akrabasıdır. Aksi yöndeki söylemlerin altında para vardır. Televizyoncular çocuğu ve babasını kandırmış. Bizzat babasından duydum. Bana ‘Kızımı Şemdinli'ye götürüp canlı yayında konuşturacağım, karşılığında bana 100 milyar lira verecekler' dedi” şeklinde konuştu.

TERÖR ÖRGÜTÜNÜN EKMEĞİNE YAĞ SÜRÜLÜYOR

Doğan Grubu ve geçmişte birçok yalan habere imza atan Star Tv Haber Grup Başkanı Uğur Dündar'ın bu tavrı eğitimciler tarafından tepkiyle karşılanırken, “terör örgütünün ekmeğine yağ sürülüyor” şeklinde değerlendiriliyor. Eğitimciler “Güneydoğu'da eğitim sorunu olduğu doğrudur. Ancak haberlere konu edilen köy okulunun öğretmeninin olmadığı iddiası tüm yetkililerce defalarca yalanlandı. Buna rağmen, hükümete vurma adına aksi yönde yayın yapmak terör örgütünün ekmeğine yağ sürer” diyor.
İşte ‘yok' denilen öğretmenler

Doğan Medya Grubu, “Aktütün'de öğretmen olmadığı için eğitim verilmediği” iddiasını dün de sürdürürken, Aktütün İlköğretim Okulu'nda 2 öğretmen bulunduğunu ortaya çıkardık. Aktütün İlköğretim Okulu'nda çekilen bu fotoğraflarda öğrenciler, öğretmenleri Cevdet Arıcı ve Kadir Sönmez ile bir arada görülüyor. Karedeki üçüncü kişi ise, Hakkari İl Milli Eğitim Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanı Kemal Seyitoğlu.


HASAN TOSUN/VAKİT

6.10.2008

Ne diyor bunlar?

Askeri kadro 17 mehmetcigin sehit olmasina neden olan katliami bin dereden sular getirerek,konu baska yönlere sapitarak sorumluluklari üzerlerinden atmaya çalisiyor.

Iki yil sonra genelkurmaybaskani olma ihtimali olan Orgeneral Hasan Igsız TSK nin parasi yokda ondan tasiyamadik karakolu demis?

Öte yandan Orgeneral Basbug hükümetten Ohal uygulamasi,askere genisletilmis yetkiler verilmesini istiyormus.Vatan gazetesinin haberine göre bir nevi 1980 li yillarin askeri yönetimini uygulamak istiyor.
Buda açiktan açiga darbe yapmadan yönetime el koymak olacak.

Bu laflara develer bile güler.Türk milleti bu adama teslim edecek güvenligini?

17 er ve rbas sehit edilmis generaller ne diyor.Neden oldu nasil yapariz,ihmallik varmi, sorup arastiracaklari yerde kendi akillarinca hükümeti suçluyorlar.
Neymis yetkileri yokmus.Bu kadarinada pes dogrusu.Cumhurbaskanina kafa tutarlar,meclisi boykot ederler,Genelkurmay Baskani kendi selefini kendisi tayin eder ama savunmaya icraya gelince yetkileri yok.

Bir diger bahanede bütje noksanligi.Paralari yokmus karakolu tasimaya.Bu yaziyi okuyanlar eger gidebilirse gitsin askere tahsis edilen tesislere.Paralarin nereye harcandigini görürler.

Ergenekon denen terör mafyasi PKK terör örgütüyle ayni safda oldugunu bildikleri halde emekli Ergenekoncu/PKK ci generaller TSK adina ziyaret ediliyor ve millet de TSK dan PKK nin yok edilmesini bekliyor.

Daha çok bekleriz,çok sehit veririz.

Höt deyince askeri hizaya getirebilen cesaretli bir hükümet gelmedikce terrör bitmez.

5.10.2008

Hatti müdafaa yok sathi müdafaa var

Bu Sözü herhalde bilmeyen yok.
Taa ilkokul siralarinda ögretmislerdi bu sözleri.Atatürk sakarya savasi sirasinda söylemis.

O zamanlar pek anlamamistim.
PKK nin ayni karakola bir yilda ikinci saldirisi olunca anladim ne demek istendigini.

Bilindigi gibi hat arabca bir kelime sınır,satıh(sath) ise yüzey demektir.
Atatürk bu sözleri türk ordusunun yunan ordusuna karsi dayanamayip geri çekilmesi sebebiyle askere moral için söylemistir.Demek istedigi, sinir geçilebilir ,önemi yok, önemli olan ülke topraklarini korumaktir.

Fakat her konuda oldugu gibi bizim kemalist laikçi komutanlarimiz bu sözleri çarpitmistir.
Bir muharebe dolayisiyle söylenen bu sözü evrensellestirip savas bittikten,cumhuriyet kurulup herkes öz görevine döndükten sonrada uygulamaya devam etmislerdir.Bu "sathi müdafaa" hiç gündemden düsmemistir.

TSK varini yogunu sathi müdafaa için kullanmis ve kullanmaktadir.
Peki 90 yildir savas halinde olmayan bir ülkede sathi müdafaa kime karsi yapilir?
Herhalde anladiniz.
Benim bildigim her uygar ve hür ülke silahli kuvvetleri gücünün büyük bir bölümününü sinirlari korumak için kullanir.Mademki ülke savas halinde degildir,sathi kime karsi koruyacaksin.O sathin içinde senin vatandasindan baskasi yokki.
Demekki TSK yillardir düsmana karsi hatti müdafaa dan çok içerideki vatandasa karsi sathi müdafaa için ugrasiyor.
Bu satihin en büyük tehlikeside tabiiki irticadir.TSK irticaya karsi sarfettigi enerjiyi sinirlari korumak için kullanmiyor.Baksenize isteyen istedigi gibi giriyor,vuruyor ve kaçiyor.
Ama hiçbir zaman isgal olmasi mümkün olmayan baskent Ankara,baskentten daha çok büyük bir garnizona benziyor.Ankara da nereye baksaniz asker dolu.

Baskent Ankara daki o kadar asker neyi bekliyor,kimi kimden korumak için çalisiyor bilen yok.Ankara daki askere ülkeyi koruma görevi gelinceye kadar bütün Türkiye nin isgal edilmesi lazim degilmi?
Demekki TSK için ülkeyi iç tehlikeden korumak sinirlari korumaktan daha önemli oluyor.

Sathi korumanin ne kadar önemli oldugunu,Filistine destek gösterileri yaptiklari için Sincan sokaklarinda tank yürüterek göstermedilermi.Yillardir irtica tehlikesi ile savasan TSK kurmaylarina sormak lazim simdiye kadar irtica dediginiz öcü kaç vatandasin canina kiydi veyahut kaç vatandasi incitti.Hangi vatandasin tavuguna kis dedi?

TSK için vatandasin ölmesi önemli degil,önemli olan irticaci olmamasi.PKK li olsun,vurguncu,soyguncu namussuz olsun önemli degil.Bu kisiler cumhuriyet için tehlike arz etmiyor.Tehlike irticadir vesselam.

Akşam yazarı Halit Kakınç oglumu askere göndermeyecegim demis.Cesaretinden dolayi tebrik ediyor ve ekliyorum:Bende göndermeyecegim.

Benim iki oglum vatan için feda olsun.Hem iki oglum hemde ben vatan için,namus için ölmeye haziriz,her türk vatandasi gibi.

Ama bir sartla:Ben,Sincan sokaklarinda dindar vatandasa gözdagi vermek için tank yürüten bir silahli kuvvetlerine evlat vermem.

Bilakis ben evlatlarimi o masum vatandasa gözdagi vermek degil,onu korumak için yetistiriyorum.Sathi Mudafaa daki anlamda zaten budur.
Bir türk askeri neden savasir?
Namusunu ve vatanini korumak için.Degilmi?
Analar evlatlarini,cübbeli,salvarli vatandas avina çiksin diye degil bilakis o vatandaslari korumak için yetistiriyor.
Bu gerçek hiçbir zaman degismeyecektir.

Aklima gelmisken.
Televizyonlarda görüyoruz,Komutanlar basörtüluü sehit analarini kucakliyor,teselli ediyor elini öpüyor.Ne güzel degilmi?
Acaba samimidirler? Zannetmiyorum.Çünkü ayni sehit anasi gitsin bakayim bir askeri sosyal hizmetler tesisine,içeri girebilecekmi?

Bir deneyin.


4.10.2008

Karakol saldırısındaki derin şüphe!


PKK saldirisi ile ilgili alelacele yazdigim yorumdan sonra gazeteler bir baktim.Süphelenen yalniz ben degilmisim.

Habervaktim.com da yayinlanan bir haber/yorum

Karakol saldırısındaki derin şüphe!

Son olarak Aktütün karakoluna gerçekleştirilen ve 15 askerimizin şehit edildiği hain saldırının Altınova'daki olaylar ve ‘DTP'lilerin dağa çıkacağız' açıklamalarının hemen ardından meydana gelmesi ne anlama geliyor? Eski MİT mensuplarına bu soruyu yönelten habervaktim, korkunç bir gerçeği aydınlatıyor.

Aktütün Karakolu'na yapılan ve 15 askerimizin şehit edildiği hain saldırının şekli ve zamanlaması akıllarda soru işareti bırakırken, strateji uzmanlarından şok değerlendirmeler geldi.

Hain saldırı sadece PKK'nın işi mi?

PKK'nın arkasında hangi güçler var?

Amaç Türk-Kürt etnik... >> haberin devami>>



Aloo ! komutanlar nerede !

Basbug istifa !


15 asker yine sehit,hemde ayni yerde.

Bu durum bir avrupa ülkesinde olsa ordu komutani çoktan istifa etmisti.Kendisi etmese zorla istifa ettirilirdi.

Fakat bizde hiç birsey olmamis gibi.15 asker ölüyor gazete ve tvlerde siradan bir haber.

Ordu komutani ve üst düzey generaller her firsatta ,"TSK irticaya karsi ülkemizi korumakla görevlidir.." türünden demeçler verip korumakla görevli oldugu halki hedef gösterecegi yerde esas görevlerini yapsalar.

Benim aklim almiyor.

Kendini korumaktan aciz bir silahli kuvvetleri nasil ülkeyi koruyacak.

TSK nin gücü sadece türbanli kadinlara,camiye giden vatandasami yetiyor.

Veyahut PKK yi TSK mi koruyor.

PKK bir köy basabilir,bir vatandasi kaçirabilir, ama bir garnizona nasil saldirabilir? Hemde ikinci kez !

Yoksa PKK yi ergenkoncu emekli/muvazzaf subaylar mi besleniyor?