25.02.2009

Savrulan kelimelerden geriye loşluklar ve boşluklar kaldı

Toplumunun önünü aydınlatabilen insana eskilerimiz “münevver” derlerdi…
Bu kelimenin kökü “nur”a dayanır, “ibadet ve taatla nurlanmış, nurlandırılmış, ışıklı, uyanık, intibaha gelmiş, imanî ve İslâmî tahsil-terbiye görmüş, akıllı âlim” anlamına gelirdi.
Nice kelime ve kavramla birlikte bu kavramı da “kökü dışarıda” sayarak savurduk…
Meğer kelime deyip geçmemek lâzımmış...
Kelime bir milletin karakteri, ufku, en kıymetli hazinesi, âdeta şuur ve hafızasıymış...
Yerleşik her kelimenin kıymeti “kâmus namustur” (Cemil Meriç) sözüyle özetlenecek kadar kutsalmış meğer.
Düşünün ki, bugün sizin kullandığınız (ya da kökü Arapça-Farsça olduğu gerekçesiyle kullanmadığınız) herhangi bir kelimeyi, tarihin içinde Fatih Sultan Mehmed de kullanmış olabilir, Mimar Sinan da, Osman Gazi de…
Kelime, tarihi bağların düğümüdür, geçmişi geleceğe düğümler.
Tabii eğer “hakikat” yerine “gerçek”i, “imkân” yerine “olanak”ı, “mümkün” yerine “olanaklı”yı, “ihtimal-muhtemel” yerine “olasılık”ı kullanmıyorsanız…
Çünkü kelime haznemizin tarihi köklerinde “olanak”lar, “olasılık”lar yoktur; “imkân”lar, “mümkün”ler vardır…
Belki de bu yüzden Osmanlı Devleti bir “imkânlar devleti” olabilmiş, tarihi boyunca imkânsızlığa meydan okuyabilmiştir.
Herkesin “imkânsız” saydığı bir dönemde, başka türlü, Bizans’ı nasıl fethedebilirdi?
Görüyor musunuz, “kelime” deyip geçtiğimiz şeylerin kudretini?
Kalabalıkları millet yapan şey ortak değerlerdir. İşte bu anlamda, rahmetli Cemil Meriç, “kâmus (yani lügat… yâni sözlük) namustur” derdi.
Çünkü kâmus (kelimeler), insanın duygu ve düşüncelerini yansıtan malzemelerdir. Kelime haznesi dar olan insan yalnızca ilim ve kültür üretmekte, edebiyat yapmakta değil, kendini ifade etmekte dahi zorlanır.
Hele de “münevver” gibi bazı kelimeler var ki, salt kelime değil, başlı başına tariftir.
Her anlamda olgun bir kimliğe işaret etmektedir.
Kelime zaman içinde belli ki kavrama dönüşmüş, daha kuşatıcı ve kavrayıcı bir hale gelmiştir.
Onu dışladığınızda bir kelimeyi değil, bir manzumeyi, bir sistemi dışlamış oluyorsunuz…
Aynı zamanda yüzyıllarla oluşmuş bir yapıyı yıkıyorsunuz.
“Altı üstü birkaç kelime” zannedip savurduğumuz, yerine başka “sözcük”ler uydurarak boşluğu doldurduğumuzu zannettiğimiz şey, meğer hafızamızda doldurulamaz boşluklar bıraktı…
Çünkü savurduğumuz “Altı üstü birkaç kelime” değil, yüzyıllarla oluşan birikimimiz, yüzyıllarla gelişen hafızamız ve yüzyıllar içinde olgunlaşan şuurumuzdu.
Bunlar olmadan kalıcı şeyler yapılamıyor.
“Münevver” kelimesinin ihtiva ettiği mânâ ile birlikte münevverinizi, yani “ibadet ve taatla nurlanmış, nurlu, uyanık, intibaha gelmiş, imanî ve İslâmî tahsil-terbiye görmüş, akıllı âlim”inizi de yitiriyorsunuz.
“Münevver” kelimesinin yerine uydurduğunuz “aydın” kelimesi ise ne o mânâyı kapsıyor, ne öyle bir işlev üstleniyor, ne de o tadı veriyor.
Sonuçta, “âlim” unvanını üzerinde yama gibi taşıyan ideolojik saplantısı bol, insanları inanç ve ideolojilerine göre ayrıştırmaya meraklı, milletin kılık kıyafetine takmış, milletle her konuda kavga eden dar kafalı “bilim adamları”na kalıyorsunuz.
Bunlar genelde her türlü yeniliğe, özellikle de demokratik hak ve özgürlüklerin herkese eşit dağıtılmasına, millî iradenin yönetime hâkim olmasına karşı çıktıkları için, ülkeniz bir adım ileri gidemiyor.
Patinaj yapıyorsunuz.
“Sadece bir kelime” saydığımız “münevver”i yitirmek, işte böylesine vahim sonuçlar doğurdu.
Hepsi bir kelime olsaydı, neyse; çaresine bakardık. Biz kâmusumuzla birlikte “ilim namusu”muzu da kaybettik!
Meydan şaklabanlara kaldı: Her yerde şaklabanlar kol geziyor!

“Münevver” kelimesiyle birlikte münevverimizi de yitirdik maalesef.
Yerine geçirmeye çalıştığımız “aydın” kelimesi kendini dahi aydınlatamıyor.
“Aydın”ın “münevver” mirasını taşımaya ne niyeti, ne de kapasitesi var. Böylece kendi kendimizi “aydınlanma”dan mahrum hale getirdik.
O gün bugündür alaca karanlık kuşağında el yordamıyla düşe-kalka yürümeye, yönümüzü ve yolumuzu bulmaya çalışıyoruz.
“Münevver”imizi bulduğumuzda, yolumuzu ve yönümüzü de bulacağız inşallah!

Yavuz Bahadiroglu

0 Yorum:

Yorum Gönder

Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]

<< Ana Sayfa