Hürriyet ve Vatan'ın gazetecilik ayıbı
Hürriyet ve Vatan'ın gazetecilik ayıbı |
![]() |
İşte Önder Sav'ın hakaret videosu
Hürriyet ve Vatan'ın gazetecilik ayıbı |
![]() |
Ayni gün ayni gazete ve iki ayri haber.
| ||
Ertuğrul Özkök'ün 'kaçak yalı'sının yanı sıra yalının önünde yer alan iskelenin de yasadışı olduğu, Özkök'ün 3-4 yıl önce 25 bin dolara yaptırdığı iskele ile denizi de işgal ettiği ortaya çıktı. |
![]() Ertuğrul özkök’ün Muğla Akbük’teki yalısının yanı sıra villanın önündeki iskelenin de yasadışı olduğu belirlendi. Ertuğrul özkök’ün, yazılarına konu ettiği ve mabet (!) olarak nitelendirdiği iskeleyi hiçbir yasal prosedürü yerine getirmeden, 1. Derece Doğal Sit alanına kondurduğu ortaya çıktı. |
Dünyada dedesinin,hatta babasinin konustugu dili anlamayan bir millet varmi?
|
Türk Dil Kırımı |
|
TDK Başkanı'na bakın, Türkçe’nin 520 bini aşan “söz varlığı”ndan bahsediyor. Söz varlığı ne demek? “Kelime haznesi” yerine, masabaşında uydurulmuş bir karşılık... Ama “kelime haznesi”, dilden kazınamamış. Onun yanında bir de Batı dillerinden “vokabüler” kelimesi girmiş. |
Türk Dil Kurumu Başkanı Şükrü Haluk Akalın, Türkiye Türkçesi'nin söz varlığının 520 bini aştığını, hazırlanmakta olan yeni sözlüklerle Türkçe'nin yeni söz varlığının 600 bine ulaşacağını söylemiş. Bunu duyunca, insan "küçük dil"ini yutacak gibi oluyor. Türk dili -görmeyeli- ne kadar serpilmiş, nasıl da servileşmiş, Çince'yi bile geride bırakmış diye, orası-burası kabarıyor. Tabiî, bu 600 bin kelimenin kaç yüzbininin masabaşında uydurulmuş, bir defa olsun kullanılmamış, hiçbir edebiyat eserinde yer almamış olduğunu hatırlayınca, bu duygular bir anda sönüyor. 600 bin kelime var da ne oluyor? Türkçe'nin ifade gücü mü artıyor? Ne gezer!! Tam aksine, Türkçe özellikle TDK tarafırdan sürekli ve düzenli olarak "kısırlaştırılıyor", 6 bin kelimeyi aşmayan bir edebiyat cılızlığına mahkûm ediliyor. Meselâ, TDK Başkanı'na bakın, Türkçe"nin 520 bini aşan "söz varlığı"ndan bahsediyor. Söz varlığı ne demek? "Kelime haznesi" yerine, masabaşında uydurulmuş bir karşılık... Ama "kelime haznesi", dilden kazınamamış. Onun yanında bir de Batı dillerinden "vokabüler" kelimesi girmiş. Böylece ne oluyor: Bir "kelime haznesi" sözü, oluyor üç kelime... Biri ithal, biri uydurma, öteki tabiî olmak üzere... Dildeki kelime sayısı işte böyle artıyor. Dilde "madde" dururken, Batı'dan "materyal" satın alınıyor; masabaşında da "özdek" uyduruluyor. Bir "madde", oluyor üç madde... Sonra, dilin söz varlığı artıyormuş da, bilmem ne... Dilin ifade gücü ne oluyor peki? Bir Arapça, bir İngilizce, bir Fransızca öğrenen kişi, Türkçe'nin bu diller karşısında ne kadar zayıf ve yoksul olduğunu kolayca görür. Bunun sorumlusu da, özellikle TDK'dır. TDK, Türk Dilini Kısırlaştırma hareketinin kısaltmasıdır. Meselâ, şu "söz varlığı" kavramını uyduran mantık. Dilimizde yerleşik olan "kelâm", "kelime", "kavl", "kaal", "laf", "lakırdı" gibi, birbirinden ince çizgilerle ayrılan mânâları yok etmiş ve bunların hepsinin yerine "söz" dedirtmiştir. Hatta "vaad", "yemin", "güfte" gibi daha onlarca mânâya kıymış hepsinin yerine "söz" demeyi öğretmiştir. Türk dilinin ifade gücü, mânâ zenginliği, TDK eliyle bu şekilde yok edilmiştir. Şimdi bu dilden çıkarılan mânâlar, lûgatlarda birer madde olarak yer alsa ne olur, yer almasa ne olur? Onların yerine masabaşında yenileri uydurulsa ne olur, uydurulmasa ne olur? Bu bir "katliam"dır, bir "soykırım"dır. Türk dilinin en büyük düşmanı -hâlâ- TDK'dır. | |
| ||
Protesto Ediyorum! | ||
1. İstanbul’un nüfusunun 20 milyonun üzerine çıkarılmış olmasını protesto ediyorum. Dünyanın bu en güzel şehrinin rant uğruna perişan edilmesini; şehre seçmen ithal edilmesini protesto ediyorum. |
19.05.2008
|
ORTAYA ÇIKAN GERÇEK: ERGENEKON |
|
“Provokasyonun 2. yıldönümünde öncesi ve sonrasıyla Danıştay gerçeği...” başlığıyla dün yayınladığımız yazıda Ergenekon ile Danıştay’a yapılan saldırı arasındaki bağlantıları kronolojik olarak okuyucularımızın dikkatine sunmuştuk. Yazımıza bugün kaldığımız yerden devam ediyoruz... |
18 Mayıs 2006: Hürriyet, “Kameraların 10 gündür bozuk olduğu ortaya çıktı” derken; Milliyet, “Güvenlik kameralarına takılan 2 kişinin gözcülük yaptığı sanılıyor” ifadesini kullandı. Kartel, saldırganın olay sırasında “Tekbir” getirdiği iddialarını sürdürdü. Kartel, saldırıdan yere yatarak kurtulan ve olayın bizzat içinde olan üye Kamuran Erbuğa ile sekreter Aynur Taslı’nın “Böyle bir şey duymadık” sözlerine yer vermedi. 18 Mayıs 2006: Alparslan Aslan'ın üzerinden, Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Derneği’nin Genel Başkan Yardımcısı’na ait ve Doğu Perinçek’in partisine yakınlığıyla bilinen Ulusal Haber Ajansı’na ait kartvizit çıktı. 18 Mayıs 2006: Arslan’ın cebinden gazetemizin kupürünün çıktığı iddia edildi. Emniyet Genel Müdürlüğü ve Ankara Emniyet Müdürlüğü, iddiaları doğrulamadı. Samanyolu Televizyonu, saldırganın arabasındaki Milliyet gazetesini görüntüledi. 22 Mayıs 2006: Alparslan Arslan’ın rahat bir şekilde kaçarken ortada özel güvenlik personeli olmaması ve bina içinde yakalayanın, OYAK Özel Güvenlik Şirketi personeli değil, polis memurları olması kafaları karıştırdı. Ayrıca, olayı polise ihbar eden yine OYAK personeli değil, İkinci Daire’de görevli bir sekreterdi. Olaydan 1 gün önce tüm kameraların bozulması, onarım için şirketin söküp götürmesi, geçmişe dönük kayıtların silindiğinin açıklanması (uzmanlara göre bu mümkün değil hatta kaleşnikofla taranmış harddiskler dahi çözülmüş), lojmanlardaki kameraların bozuk çıkması da sıradan değildi. 30 Haziran 2006: Danıştay saldırganı Alparslan Arslan, arkadaşı Süleyman Esen’in kurdukları örgütün lideri olduğunu, bomba ve silahları sağlayan Aykut Metin’in örgütün yöneticileri arasında bulunduğunu, Kunter’in ilişkisini de Esen’in açıklayacağını öne sürdü. Arslan, sonraki ifadesinde sözlerinin bazılarını yalanladı (11.08.2006’da “Esen liderimiz değil” dedi), Kunter’in kendi hâlinde vatandaş olduğu ortaya çıktı. Aykut M. Şükre beraat etti. 11 Ağustos 2006: İlk duruşmada ezan sesini duyması üzerine namaz kılmaya gitmek için izin isteyen Arslan, isteğinin reddedilmesinin ardından dışarı çıkmaya çalıştı. Arslan’ın bayram namazlarına dahi gitmediği biliniyordu. 22 Aralık 2006: Danıştay saldırısının faili olan Alparslan Arslan’la defalarca telefonda görüşen emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin’i kaldığı evde yaralı bulup hastaneye götüren emekli astsubay Musa Çakmak’ın, Kıbrıs’taki mafya hesaplaşmasında öldürülmesi, “Danıştay saldırısı, Derin Devlet’in işi mi?” sorusunu gündeme getirdi. KKTC’deki olayın bir ucu da Rum kesimine uzanıyordu. 1 Mart 2007: Avukat Bülent Utku, Cumhuriyet gazetesine atılan bombaların 1975-78 yılları arasında Milli Savunma Bakanlığı adına kayıtlı olduğunu ifade ederek, bombaların nereden, nasıl temin edildiğinin araştırılmasını istedi. Ancak Mahkeme Başkanı Mehmet Orhan Karadeniz, “Bu talebi neden daha önce dile getirmediniz” diyerek talebi reddetti. Sanık Süleyman Esen’in avukatı Mehmet Ener’in de aynı talebi reddedildi. 30 Mart 2007: Sanık Aykut Metin Şükre’nin avukatı Mehmet Taşdelen, “Danıştay saldırısı ilk günden itibaren başörtüsüyle ilişkilendirilmek istendi. Soruşturma, ‘başörtüsü temelli’ yapıldığı için saldırının arkasındaki esas mesele örtbas edildi. Yüksek Mahkeme’nin 8-10 milyar dolarlık ihale iptalleri kararlarının irdelenmesi gerekir” dedi. Mahkeme Başkanı Karadeniz, “Söyledikleriniz delillere dayansın” diyerek reddetti. 12 Haziran 2007: Ümraniye Çakmak Mahallesi'nde bir gecekonduda 27 el bombası, TNT kalıpları ve fünyeler ele geçirildi. Bombaların, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na ait olduğu, ‘Cumhuriyet’e atılan bombalarla aynı seriden olduğu tesbit edildi. 18 Haziran 2007: Alparslan Arslan’la Danıştay’a saldırı öncesi 15 defa görüştüğü tespit edilen Muzaffer Tekin ile Astsubay Mahmut Öztürk gözaltına alındı. Tekin, ‘devletin gizli belgelerini ele geçirmek ve terör örgütü üyesi olmaktan’ tutuklandı. 11 Temmuz 2007: Arslan cezaevinden Salih Kunter’e yazdığı mektupta kullanıldığını itiraf etti. 26 Temmuz 2007: Alparslan Arslan 7. duruşmada saldırının Veli Küçük ve Muzaffer Tekin ile ilgisinin bulunmadığını belirterek, durduk yere Fethullah Gülen Hocaefendi'ye saygılarını sundu. Suçu Allah için işlediğini ileri sürdü. 21 Ocak 2008: 3. operasyonda emekli Tuğgeneral Veli Küçük, emekli Kurmay Albay Mehmet Fikri Karadağ, Avukat Kemal Kerinçsiz, Susurluk hükümlüsü Sami Hoştan ve Sevgi Erenerol'un da aralarında bulunduğu 31 kişi gözaltına alındı. 12 Şubat 2008: Alparslan Arslan’a müebbet. 24 Mart 2008: Ergenekon soruşturmasını yürüten Savcı Zekeriya Öz’e ifade veren Osman Yıldırım, Veli Küçük’ün, Cumhuriyet gazetesine saldırıda kullandıkları bombalardan birini kendisine, diğer ikisini de Alparslan Arslan’a verdiğini söyledi. Emniyet, üçlünün cep telefonu verileriyle baz istasyonu kayıtlarını karşılaştırarak böyle bir toplantının yapıldığını doğruladı. 26 Mart 2008: Emniyet, Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’ün talimatıyla “Sarıkız” darbe günlüğünün emekli Oramiral Özden Örnek’in bilgisayarından çıktığı yolunda rapor hazırladı. Yapan da siz, şikayet eden de! ASLAN DEĞİRMENCİ / ANKARA Radikal gazetesi, geçtiğimiz günlerde “Diken üstündeyiz” başlıklı manşet haberinde ismini açıklamadığı bir Anayasa Mahkemesi üyesinin, AK Parti’ye açılan kapatma davası sebebiyle içinde bulundukları sıkıntıyı ifade eden sözlerine yer verdi. Haberde, ismi açıklanmayan üyenin basında “İşte karar verecek üyeler” şeklindeki haberlerden rahatsızlık duydukları görüşüne de yer verildi. Oysa AK Parti hakkındaki iddianamenin kabul edildiği günden itibaren Radikal gazetesi dâhil kartel gazetelerinin birinci sayfasını, kararı veren Anayasa Mahkemesi üyelerinin dev fotoğrafları ve haklarında verilen malumatlar süslüyordu. Radikal’in “Diken üstündeyiz” haberinde de yine Anayasa Mahkemesi’nin 11 asıl üyesinin fotoğrafına yer verildi. İsmi açıklanmayan üyenin şu sözleri ise adeta kartel gazetelerini tarif ediyor: “Bu tür haberlerin çok vahim sonuçları olabilir. Danıştay saldırısı en somut örneği. Ayrıca ‘Şu üyeyi şu kişi atadı, dolayısıyla onun oyu böyle olur’ gibi yorumlar yapılıyor. Bunu kabul etmek mümkün değil. Kesinlikle doğru değil.” Oysa üyenin şikayet ettiği haberler daha iddianamenin kabul edildiği gün Radikal dahil kartel gazetelerinde yer almıştı. Kartel bu haberlerinde, mahkeme üyelerinin fotoğrafları eşliğinde isimlerine yer vermiş, hangi Cumhurbaşkanı tarafından atandıklarını belirtmiş ve kapatma iddianamesinin kabulünde kimin ne yönde oy kullandığını sıralamıştı. İşte kartelin Anayasa Mahkemesi üyelilerini hedef gösteren o haberleri. İŞTE O HABERLER 15 Mart 2008-Milliyet: “İŞTE MAHKEMEDE KARAR VERECEK ÜYELER” başlıklı haberde Anayasa Mahkemesi üyelerinin isimlerinin yanı sıra üyeler hakkında kısa bilgiler verildi. 15 Mart 2008-Radikal: “GÖZLER BU HEYETTE” başlıklı haberde ise Anayasa Mahkemesi Başkanı ve diğer bütün üyelerin tek tek fotoğrafları yayınlandı. Her fotoğrafın altına ise üyeler hakkında geniş bilgiler konuldu. 15 Mart 2008-Vatan: “AKP’NİN KADERİ SEZER’İN ATADIĞI ÜYELERİN ELİNDE” başlıklı haberde kapatma davasında kararı verecek olan Anayasa Mahkemesi’nin 11 asıl üyesinin kimler tarafından atandığı belirtilirken üyelerin fotoğrafları tek tek afişe edildi. 16 Mart 2008-Akşam: “GÖZLER ARTIK BU 11’DE!” başlıklı haberde üyelerin fotoğrafları yayınlanırken, fotoğraflar numaralandırılıp, atamaları hakkında da bilgi verildi. 1 Nisan 2008-Hürriyet: “OY BİRLİĞİYLE” başlıklı manşette, AK Parti’nin kapatılması talepli iddianameyi oy birliğiyle | |
Hürriyet logosuyla nüfuz istismarı | NAZİF KARAMAN-ABDULHAMİT GÜLER | Ertuğrul Özkök'ün eşi Tansu Hanım; yalı olayının Hürriyet'in kurumsal kimliği ile hiçbir ilgisi olmadığı, kendisi de Hürriyet'te çalışmadığı halde, Hürriyet logolu dilekçelerle belediye başkanına yazılar yazıp, "torpil" istemiş. |
Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün Muğla Akbük’teki SİT alanında bulunan kaçak yalısına göz yumulması için, Hürriyet'le bir ilgisi olmadığı halde, Hürriyet gazetesi logolu kağıtlarla yalının bulunduğu bölgenin belediye başkanına torpil talep
Akbük’ün bir dönem mücavir sınırları içerisinde bulunduğu Yerkesik’in eski Belediye Başkanı İlker Toksöz, Ertuğrul Özkök’ün yalısıyla ilgili, başkan olduğu dönemde kaçak yapıya göz yummadıkları için çeşitli baskılara maruz kaldıklarını belirtti. Hürriyet Gazetesi Ege temsilcisinin, Ertuğrul Özkök’ün eşi Saliha Tansu Özkök’e “vekaleten” belediye başkanına “torpil” isteğiyle gönderdiği “Hürriyet logolu” mektuplar da başkanın bu sözlerini doğruladı. Dönemin Hürriyet Ege Temsilcisi Nedim Demirağ imzalı dilekçelerde, Ertuğrul Özkök’ün villası için başkandan kelimenin tam anlamıyla torpil isteğinde bulunuluyor.
İŞTE, TORPİL İSTEYEN DİLEKÇELER
08.07.1998 tarihli dilekçede, Yerkesik belediye encümeninin kaçak inşaat çalışması sebebiyle Tansu Özkök’e keşmiş olduğu 1 milyar TL cezanın “ağır bir bedel” olduğu iddia edilerek, “Sizden ricam, değerli encümen üyelerine konunun hassasyetini anlatarak, encümenin kesmiş olduğu cezanın sembolik bir meblağa indirilmesidir” deniliyor. Nedim Demirağ’ın, “konunun hassasiyeti” derken neyi kastettiği ilginç bir nokta olarak göze çarpıyor. Hürriyet gazetesi logosunun yer aldığı benzer bir başka dilekçenin tarihi ise 13.11.1998. Dilekçede, “Bizim bu
DÖNEMİN BELEDİYE
BAŞKANI BASKIYI DOĞRULADI
Vakit’e konuşan Yerkesik eski Belediye Başkanı İlker Toksöz, baskıları ve torpil talep
“ÖZKÖK’ÜN VİLLASIYLA İLGİLİ BASKI GÖRDÜK”
“Yerinde inceleme yaptık. Yağhane binasının duvarının üzerine 60-70 cm ek yapılmıştı. Yeni duvar yapmış, normalde yapamaz.
“KAÇAKLA MÜCADELE EDİNCE HEDEF OLDUK”
1997’de Yerkesik Belediyesi mücavir alanı içerisine alınan Akbük Koyu’nun, nasıl olduysa DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti döneminde Sarnıç Köyü’ne devredildiğini ifade
DEMİRAĞ BELGELERİ İNKAR ETTİ
Belediyeye gönderilen rica mektuplarında imzası olan dönemin Hürriyet Gazetesi Ege Temsilcisi Nedim Demirağ ise belgeleri inkar etti. Yalı ile iglili Anıtlar Kurulu’yla kendisinin görüştüğünü
• Yarın: Ertuğrul Özkök'ün