26.06.2009

Türbanli vekil

Avrupalilar türkleri niye içlerine almak istemezler?
Ulusalcilara,milliyetcilere ve genelde dar kafalilara sordugunuz zaman alacaginiz cevap:Türkler müslümanda ondan almiyorlar.
Hayır,biraz dogruluk payi olsada asil sebep din degil.Cünkü AB ye giren ülkeler laik olmak mecburiyetinde.Müslümanlar zaten AB nin içinde.Bgün Avrupada 15 milyon müslüman yaşıyor.Asas nedeni ne biliyormusunuz?
Esas neden :Türkiye devletinin insan haklarina riayet etmeyisi.Halkiyla,meclisi,partileri,hukuku,ordusu,anayassi ile bütün olarak bir devlet ve bu devletin yansittigi anlayis.

BELCIKA MECLISI


Buda Türkiye Meclisi ve zamanin "sosyal demokrat" basbakani.Neresi demokrat anlamis degilim.


Türkiyenin "aydin" egitmenleri:




Bu hakaretleri hiçbir avrupa ülkesi ve vatandasi yapmaz.Bizdeki azinliklara karsi yapilan zulum hiçbir ülkede yoktur.

Ordu’yu kim yıpratıyor?

Van’ın Özalp İlçesi’nde 30 Temmuz 1943’te kaçakçılık suçlamasıyla gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılan 33 kişi, Org. Muğlalı’nın emriyle kırsal bölgeye götürülmüş ve kafalarına kurşun sıkılarak öldürülmüştü.

Ahmet Arif ‘33 kurşun’ adlı efsane şiirinde bu hazin hikáyeyi anlatır...

Orgeneral Mustafa Muğlalı 1949’da askeri mahkemede yargılandı, 33 kişinin ölümünden sorumlu tutularak idama mahkûm edildi.

Ancak daha sonra Yargıtay kararı bozup Orgeneral Muğlalı’nın cezasını 20 yıl ağır hapis cezasına indirdi. Muğlalı paşa, 1951 yılında cezaevinde öldü.

Bu olayın meydana geldiği Özalp’taki Jandarma Hudut Tabur Komutanlığı’nın adı ise 6 Mayıs 2004’te ‘Orgeneral Mustafa Muğlalı Kışlası’ olarak değiştirildi.

Ordu’yu kim yıpratıyor?

25.06.2009

Belçika parlementosunda türbanli vekil



Mustafa Ünal/Zaman

Bu hanıma haddini kim bildirecek?


Hangi hanıma mı? Belçika'da milletvekili seçilen Mahinur Özdemir'e. Başörtüsü bizde siyasal simge denen türden... Meclis'e, üniversiteye ve bilumum kamusal alanlara girişi yasak olan türbana benziyor. Klasik başörtüsü değil yani.
Mahinur o haliyle aday oldu, listenin biraz gerilerindeydi tercih oylarıyla ön sıralara yükselerek sandıktan milletvekili çıktı. Başörtülü seçilmesi Türk medyasının ilgisini çekti. Onunla birlikte başta Türk kökenliler de milletvekili seçildi, ancak en çok haber olan o. Başındaki örtü yüzünden.

Bu yaklaşımlardan hoşnut olmadığını 'Belçika medyası gençliğimle, Türk medyası başımdaki örtüyle ilgilendi' diyerek gösterdi. Ankara'dan bakınca Türk medyasının başındaki örtüyle ilgilenmesinin nedenlerini anlamak zor değil. Başörtüsü ve milletvekili, üstelik Avrupa'nın göbeğinde, laikliğin kalesinde... Ankara kriterlerine göre inanılır gibi değil.

Ya Türkiye'de olsaydı? Düşünmek bile insanı korkutuyor. Hiç şüpheniz olmasın kendisi de partisi de psikolojik harbin hedefi olmuş, Türkiye savaş alanına dönmüştü. Derhal Meclis'e oradan Genel Kurul'a girişini engelleyecek barikatlar kurulurdu. Medyada kıyamet kopar, kendisini laik olarak tanımlayan çevreler yeri - göğü inletirdi.

Yargıtay Başsavcısı, o milletvekilinin partisini kapatmak için harekete geçer, elinde dosyayla Anayasa Mahkemesi'nin yolunu tutardı. İlk günden sistem üzerinde etkili dinamikler milletvekilliğini düşürmek için eylem planlarını devreye sokardı. Rejime, laikliğine sahip çıkmak için büyük şehirlerin meydanları organize gruplarca doldurulur, büyük mitingler tertiplenirdi.

Bir senaryo değil bunlar. Gerçeğin kendisi... Aynısı daha önce yaşandı çünkü. 1999'da FP'den milletvekili seçilen Merve Kavakçı'nın başına gelenleri hatırlayın... Meclis'te yemin etmesi engellendi. Savcı gece kapısına dayandı. Devlet, bütün organlarıyla savaş açtı. Siyasete girdiğine de milletvekili seçildiğine de bin pişman oldu. O kadar ağır saldırıların muhatabı oldu ki Türkiye'de bile duramadı.

Belçika'da Mahinur Özdemir'in başındaki örtüsü milletvekilliğine engel değil. Meclis'te hiçbir engellemeyle karşılaşmadan kürsüye çıkacak ve parlamenterliğin gereklerini yerine getirebilecek. Genel Kurul salonuna girdiğinde 'Burası devlete meydan okunacak yer değildir. Bu hanıma haddini bildirin' diyen çıkmayacak.

Nasıl olur, Belçika laik değil mi diyebilirsiniz. Laik olmasına laik de laiklik oralarda bir kadının başını örtmesine engel değil. Belçika'da laikliğin gücü adına hiç kimse Mahinur Özdemir'e haddini bildirmeye kalkmayacak. Sokağa çıktığında etrafını çevirenler tarafından 'Belçika laikliktir, laik kalacak' diye slogan atılmayacak.

Yeri gelmişken kısaca hatırlatmak isterim. Geçtiğimiz günlerde Bilgi Üniversitesi 'Seçkinler ve Sosyal Mesafe' konulu bir araştırma yaptı. Sonuçları dehşet verici... Seçkinlerin başörtülüye bakışı düşmanca.

Görüşülen kişilerin neredeyse tamamı eşi kapalı olan birinin cumhurbaşkanlığına tepkili. Hem de ne tepki. Birisi 'Cumhuriyet balosunda görmek istemem adamı, orada beyaz Türklüğüm çıkar, elim ayağım oynar' derken bir başkası 'Ben sıkmabaşlarla iş yapmıyorum, görüşmüyorum, insan olabilir, bilmem ne olabilir fark etmez' demiş.

Seçkinlerin bu görüşü kişisel değil ne yazık ki, siyasette, bürokraside, devlet yönetiminde tavra dönüşüyor.

Belçika'da Türk kökenli, başı kapalı Mahinur Özdemir'in milletvekili seçilmesi, Ankara'da herkese Merve Kavakçı'yı hatırlattı... Tabii aynı zamanda Ankara kriterleri ile Brüksel kriterleri arasındaki derin farkı. m.ünal@zaman.com.tr

20.06.2009

İSKİLİPLİ MEHMED ATIF EFENDİ

İSKİLİPLİ MEHMED ATIF EFENDİ

(1875-1926) Türk din âlimi ve yazarı.

İskilip'in Tophane (Toyhane) köyünde doğdu. Babası, Akkoyunlu aşireti beyle­rinden ve İmamoğulları'ndan Mehmed Ali Ağa, annesi Mekke-i Mükerreme'den göç etmiş Benî Hattâb aşireti şeyhlerin­den, Kartaldağ yaylasında medfun Arap Dede adıyla şöhret bulmuş şeyhin toru­nu Nazlı Hanım'dır.

Altı aylıkken öksüz kalan Mehmed Atıf dedesi Hasan Kethüda tarafından büyü­tüldü. İlk dinî bilgileri köyündeki hocalar­dan aldı. İskilip'te müderrislik yapan Hoca Abdullah Efendi'den bir süre ders oku­duktan sonra ailesinin muhalefetine rağ­men ilim tahsili amacıyla İstanbul'a gitti. Burada öğrenimine devam ederken bir yandan da geçimini sağlamaya çalıştı. 1902'de medrese tahsilini bitirdi ve aynı yıl açılan ruûs imtihanına girerek "İstan­bul müderrisliği"ni kazandı; ertesi yıl Fâ­tih Camii'nde ders vermeye başladı. Bu arada İstanbul Darülfünunu İlahiyat Fakültesi'nden 1905"te mezun olarak Kaba­taş Lisesi Arapça öğretmenliğine tayin edilen Atıf Efendi, Meşîhat-ı İslâmiyye Dairesi'nde bulunan dersiamların mağdu­riyetini giderme konusunda yaptığı çalışmalar üzerine şeyhülislâm tarafından Bodrum'a sürüldü; oradan da Kırımlı İb­rahim Tâli Efendi'nin pasaportu ile Kı­rım'a geçti. Kırım'dan Varşova'ya kadar giden Atıf Efendi. II. Meşrutiyetin ilâ­nından bir hafta Önce İstanbul'a döndü. 191'da medâris müfettişliğine getiril­di. Bu arada Sebüürreşad ve Beyânül-hak'ta yazılar yazdı. Donanma Cemiyeti yararına kaleme aldığı Nazar-ı Şerîatte Kuvve-i Berriyye ve Bahriyye'nin Ehemmiyet ve Vücûbu adlı eseri dola­yısıyla takdirname aldı.

31 Mart Vak'asi'nda bir hafta tutuklu kalan Mehmed Atıf Efendi, Mahmud Şev­ket Paşa'nın öldürülmesi (1913) olayında dahil olduğu gerekçesiyle Sinop'a sürül­dü. Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu'da yaklaşık bir buçuk yıl kadar sürgün ha­yatı yaşadıktan sonra İstanbul'a döndü. Her iki olaydan sonra da resmî makamlar bir yanlışlığa kurban gittiğini, suçlu ol­madığının anlaşıldığını ifade etmişlerdir. Dört yıl görev alamadı. 1918'den sonra Dârü'l-hilâfeti'l-aliyye Medresesi kısm-ı âlî tefsîr-i şerîf ve Medresetü'l-kudât'ta hikmet-i teşriiyye müderrisliğine tayin edildi. 1 Ocak 1919'da da İbtidâ-i Dâhil Medresesi umum mü­dürlüğü idarî görevine getirildi.

19 Şubat 1919'da Mustafa Sabri Efen­di'nin başkanlığında kurulan Müderrisin Cemiyeti'nin ikinci başkanlığına tayin edildi. Cemiyet, 24 Kasım 1919'da genel kurul toplantısında alınan karar gere­ğince Teâlî-i İslâm Cemiyeti adını aldı ve Mustafa Sabri Efendi'nin şeyhülislâmlık makamına tayini üzerine başkanlığa Atıf Efendi getirildi. Cemiyet, ilk olarak İz­mir'in Yunanlılar tarafından işgalini pro­testo eden bir beyanname yayımladı. İs­kilipli, işgal kuvvetlerine ve yeni bir tehli­ke olarak ortaya çıkan Bolşevizm'e karşı olan beyannamelere de imza attı. Anadolu'nun çeşitli merkezlerinde şubeleri açılan Teâlî-i İslâm Cemiyeti pek çok ki­tap bastırarak dağıttı ve köylü çocukları­nın bilgilendirilmelerine öncülük etti, ay­rıca bir ilmihal ile İslâm tarihi kitabı ha­zırlattı.

1922 yılı Ramazanında huzur dersleri­ne muhatap olarak katılan Atıf Efendi, Alemdar ve Mahfil gibi gazete ve der­gilerde yazılar yazdı. Cenab Şahabeddin, Ömer Rıza (Doğrul) ve Süleyman Nazif ile itikadî ve fıkhî konularda kalem müna­kaşalarına girişti. Bu arada İstiklâl Savaşı'nda işgal güçlerine karşı mücadele verdi.

1924'te yazıp Maarif Vekâleti'nin ruh­satı ile bastırdığı Frenk Mukallidliği ve Şapka adlı risalesi yüzünden şapka kanu­nuna muhalefetten dolayı 7 Aralık 1925'te tutuklandı ve Ankara İstiklâl Mahke­mesi tarafından Giresun'a sevkedildi. An­kara İstiklâl Mahkemesi Of, Erzurum, Ri­ze vb. yörelerdeki şapka kanununa aykırı hareketlerle ilgisi olup olmadığını araştır­dı. Söz konusu eserini, ilgili kanunun çık­masından yaklaşık bir buçuk yıl önce yaz­mış olması ve suçunun sabit görülmeme­si üzerine berat ettiyse de serbest bırakılmayarak İstanbul'a getirildi, oradan da tekrar Ankara'ya gönderildi. 1926 yılı başlarından itibaren Ankara İstiklâl Mah­kemesi tarafından tutuklu olarak yargı­landı. Savcı Necip Ali'nin iddia makamı olarak istediği üç yıllık kürek cezasına karşılık mahkeme heyetince idama mahkûm edildi. 4 Şubat 1926'da Ankara'da Eski Meclis binası yakınla­rındaki Karaoğlan Çarşısı'nda Babaeski müftüsü Ali Rızâ Efendi ile beraber idam edildi.

Başlıca eserleri şunlardır: Nazar-ı Şerîatte Kuvve-i Berriyye ve Bahriyye'­nin Ehemmiyet ve Vücûbu (İstanbul 1326); Muînü't-talebe (İstanbul 1326); Medeniyyet-i Şer'iyye ve Terakkiyât-ı Dîniyye Mir'âtü'l-îslâm (İstanbul 1332); İslâm Yolu Tesettür-i Şer'î (İstanbul 1339); İslâm Çığırı(İstanbul 1339); Dîn-i İslâm'da Men'-i Müskirat (İstanbul 1340); Frenk Mukallidliği ve Şapka, Dîn-i İslâm'da Men'-i Müskirat ve Mir'âtü'l-İslâm adlı eserleriyle Sebîlürreşad, Beyânü'l-Hak, Mahfil ve Alemdar'da çıkan bazı yazılan bir araya getirilerek Frenk Mu­kallitliği ve İslam adıyla Sadık Albayrak tarafından yayımlanmıştır (İstanbul 1976). Ayrıca Frenk Mukaliidliği ve Şapka'nın dışındaki bütün eserleri ve yazılan İski­lipli Atıf Hoca Nasıl İdam Edildi? ve yazma halindeki Mültekâ tercümesi İslâm Fık­hı altında yeni harflerle neşredilmiştir.


Kaynak: Diyanet İslam Ansiklopedisi, İskilipli Mehmed Atıf Efendi Maddesi.


15.06.2009

Yetti be!




Yetti be!

AK Parti Hükümeti ve Gülen Hareketi'ne kafayı takmışlar; askerlik mesleğini bir kenara bırakıp yine siyaset ve toplum mühendisliğine soyunmuşlar… Yine 'durumdan vazife', yine 'irtica İle mücadele eylem planı', yine demokratik hukuk devletine tuzak… Utanmadan, arlanmadan, akıllanmadan!

Bu kepazeliğe daha ne kadar katlanacağız? Vatanın-milletin enerjisini tüketen bu askerî müdahale geleneğini daha ne kadar sîneye çekeceğiz? Millet iradesini temsil eden siyasetçiler, devlet adamları, başbakan ve cumhurbaşkanı bu tehditlere daha ne kadar pabuç bırakacak? Alttan almaya daha ne kadar devam edecekler? 'Aman ordu yıpranmasın, gözbebeğimize bir zarar gelmesin!' aymazlığı ne zaman bitecek?

'Ordu yıpranmasın' diye diye ordunun yozlaşmasına hizmet ediyorlar. Şunu görmüyorlar, fark etmiyorlar, anlamıyorlar: Ordunun siyasete müdahalesini mümkün ve hatta kaçınılmaz kılan mevcut sistem radikal bir şekilde değiştirilip, askerler siyasetin 's'sine bile bulaşamaz hale getirilmedikleri müddetçe, bu iş böyle devam eder. Fethullah Gülen Hocaefendi 'müessese ile bir derdimiz yok' diyor, ama aslında bütün derdimiz 'müessese' ile. Daha doğrusu, 'müessese'nin mevcut hali ile. Mesele kurumsal bir meseledir. Bunu idrak etmeden meseleyi çözemeyiz.

Üç-beş kendini bilmezden kaynaklanan bir mesele değil, kurumsal bir mesele, evet:

Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, 28 Şubat 'post modern' darbesinin lideri veya en azından 'himayecisi' idi…

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu 28 Şubat'ın 'gerekirse 1000 yıl' süreceğini söylemişti…

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök darbeye karşı olduğu için silah arkadaşları tarafından marjinal muamelesi görmüş ve onun döneminde bile kuvvet komutanları seviyesinde darbe planları yapılabilmişti...

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, 27 Nisan Muhtırası'na imza atmıştı...

Ayyuka çıkan darbe teşebbüsü iddialarının gereğini yapacağı yerde 'cemaatlere karşı tedbir'le uğraşan şimdiki Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ da 'askerin üstüne vazife olmayan işler'le uğraşma geleneğini devam ettiriyor…

Böyle gelmiş, böyle gidiyor…

Genelkurmay Psikolojik Harekât Daire Başkanlığı'nın hazırladığı 'irtica ile mücadele eylem planı'nın hesabı sert bir şekilde sorulmazsa, daha çok gider…

'Yakışmıyor', 'hoş olmuyor', 'böyle şeyler en çok orduya zarar veriyor' gibisinden mıy-mıy tepkilere tahammülümüz kalmadı. Başbakan'ın 'demokrasiyi koruyup yaşatacağız' açıklaması da yetersiz. Nasıl yaşatacaksınız? Yaşatmak için tam olarak ne yapacaksınız? Demokrasinin içine tüküren bu askeri müdahale geleneğine son vermek için hangi adımları atacaksınız? Ne zaman?

Hükümet, 'siyasi ve toplumsal hayata askeri müdahalelerle mücadele' için şöyle bir 'eylem planı' hazırlayıp derhal yürürlüğe koymalıdır:

1. AK Parti ve Gülen Hareketi'ne komplo mahiyetindeki eylem planının 1 numaralı sorumlusu olan –ve zaten Harp Akademileri'nde yaptığı konuşmada 'cemaatler'le savaş hazırlığı içinde olduğunu faş eden- Genelkurmay Başkanı'nın istifası istenecek.

2. Siyasete ve toplumsal hayata müdahale ettikleri veya buna teşebbüs ettikleri veya bunu planladıkları iddia edilen Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları hakkındaki soruşturma sivil merciler tarafından yürütülecek.

3. 'İrtica İle Mücadele Eylem Planı' skandalına karışan / geçmişte bu tür işlere karışmış olan / gelecekte bu tür işlere karışabilecek olan subaylar Bakanlar Kurulu kararıyla ordudan ihraç edilecek ve sivil mahkemelerde yargılanacak. Mevzuat buna uygun hale getirilecek.

4. Genelkurmay Başkanı'nın nasıl görevden alınacağına açıklık getirmeyen (görevden alınmasına el vermeyen) kanunlar değiştirilecek, Bakanlar Kurulu Genelkurmay Başkanı'nı istediği zaman görevden alabilecek.

Bir şey daha: Askeri mahkemeler, siyasi ve toplumsal hayata tecavüz mahiyeti taşıyan belgeleri milletten gizleyemeyecek! Bunlara yayın yasağı getiremeyecek! Basını sansür edemeyecek!

Nedir bu kardeşim? 12 Eylül dönemine geri mi döndük?

Kaynak: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=17270&y=HakanAlbayrak


13.06.2009

Genelkurmay utanmıyor mu

Genelkurmay, Taraf’ın sahiplerinin ailesinden, siyasetle hiçbir ilişkisi olmayan genç bir hanımı dinliyor. Biz askerin siyasetten çekilmesini isteyen bir gazeteyiz. Bunun bedelini de öderiz. Gerekirse gider yargılanırız. Ama her işin bir raconu var. Aile bu tür işlere karıştırılmaz, ayıptır

Yazının devamı AHMET ALTAN’ın "KUM SAATİ"nde...

Biz niçin ordu besliyoruz?

Biz niçin ordu besliyoruz?

Başlıktaki ‘besliyoruz’ ifadesini kaba bulanlar, bunu ‘istihdam ediyoruz’ şeklinde değiştirebilirler; aynı kapıya çıkacaktır.

Dünyanın her yerinde ordular, ‘dış düşman’a karşı sınırları korurlar. Bunun için eğitilmişlerdir. Bunun için istihdam edilmektedirler.

İşin bir de ‘iç düşman’ boyutu vardır ki, sadece memleketimize özgü bir gerçekliktir bu... Çünkü, dünyanın hiçbir yerinde, ‘iç düşman’ şeklinde bir kavramlaştırmaya rastlayamazsınız.

Her toplumda mücrimler, suçlular vardır...

Bunlarla uğraşmak görevi orduların değil, polisin ve yargınındır.

Bizde ordu her işe bakar.

Kıvırıp, ‘ordunun bir kesimi’ diyelim de, durduk yerde başımıza iş açılmasın.

Evet, ordumuz her işe bakar.

Mesela, anayasa yapar yahut yaptırır. Cari anayasadan sıkılmıştır, siyaset kurumunu da gerekli ‘ehliyet’ten uzak görür... Bir darbeyle yahut muhtırayla demokratik normale müdahale ederek ‘özlenen yeni anayasa’nın yolunu açar.

Başka?

Sayın Deniz Baykal’ın da vukufiyetle saptadığı gibi, ‘sivil kamuoyunun oluşmasına katkı sağlar...’

Bunun ne cins bir ‘katkı’ olduğunu 28 Şubat postmodern darbesinde tecrübe etmiştik.

Bizde ordu sadece siyaset alanıyla içli-dışlı değildir. İcabında sosyal ve toplumsal olaylara da eğilir. Felsefeye el atar. Habermas’ın ve Weber’in esasında ne demiş bulunduğunu bize anlatır. Laiklik tanımı yapar. Brifingler düzenleyip, cumhuriyet savcılarına laikliği öğretir, ve irticayla nasıl mücadele edecekleri konusunda yol gösterir.

Mesela, ‘karşı taraf’ diye bir kavram üretir.

Biz ‘karşı taraf’tan, Türkiye’de bazı siyasi grup ve cemaatlerin kastedildiğini anlarız.

Bu ‘karşı taraf’la nasıl mücadele edilecektir? Parlamentonun ve siyaset kurumunun gücü nasıl kırılacaktır? Bazı cemaatler nasıl suçlu gösterilecektir? Cemaat mensuplarının evinde silah ele geçirilmesi nasıl sağlanacaktır? Medya ve sivil toplum örgütleri nasıl harekete geçirilecektir? Ergenekon davası nasıl sulandırılacaktır? Ergenekon davası sanıklarının esasında irticaya karşı oldukları için ‘bu duruma düşürüldükleri’ tezi topluma nasıl benimsetilecektir? Siyasi iktidar nasıl alaşağı edilecektir? Bu iş darbeyle mi olacaktır, psikolojik savaş unsurları mı devreye sokulacaktır? Hükümetin içindeki ‘gizli ajanlar’ nasıl, ne zaman, hangi şerait olgunlaştıktan sonra harekete geçirilecektir? Bazı cemaatlerle PKK örgütü nasıl organik işbirliği içinde gösterilecektir?

Nasıl verimli, nasıl heyecan uyandırıcı bir çalışma alanı, görüyorsunuz değil mi?

Bizde ordu (yani ordunun bir kesimi) bu işlere bakıyor.

Diyeceksiniz ki, ‘Ordunun bir kesimi dehşet salacağına, panik yaratacağına, halkın seçtiklerine karşı darbe tertip edeceğine, hasılı üzerine vazife olmayan işlerle uğraşacağına, sınırlarımızı korusun, kendi yerleştirdiği mayınları temizlesin, envanterindeki silahların Ergenekon örgütünün eline geçmesine engel olsun...’

Haklısınız...

Fakat, kendisini her bir şeyden sorumlu gören ordunun bir kesimi de haklı.

Bu ülkede, ‘Ordu, sivil kamuoyunun oluşmasına katkı sağlayan önemli bir baskı grubudur’ diyen siyasetçiler varolduğu sürece, o ‘bir kesim’ rahat durmayacak, halka huzur vermeyecekti

12.06.2009

asker ne is yapar?



Dagda bayirda nöbet tutan,teröristlere karsi mücadele veren erlere hiç sözüm yok.Onlar görevlerini yapiyor.Onlar emre itaate mecburdurlar.
Peki üst düzey komutanlar ne yapar?
Balolardan,golflardan arda kalan zamanlarini ne ile geçirirler hep merak ediyorum.Tipki uzatmali cumhurbaskani ANS gibi.Bilirsiniz Ahmet Necdet Sezer'in yurt içi,yurt disi gezisine çiktigi görülmemistir.7.5 yilini Cankaya Sarayinda geçirdi.
Tabi bu arada Hilmiye Cig gibi,Turkan Saylan gibi müslümanlara hakaret eden yazarlara ödüller verdi,onlari köskünde agirladi.Birde hiçbir tv programina katilmayan Sezer Tuncay Özkan'in tv kanalinda 4 saatini geçirdi.

Sezer de mutlaka TSK nin üst kademesinden emirler aliyor ona göre hareket ediyordu.

Iste Sezer ne islerle mesgul olduysa TSK nin generalleride ayni islerle mesgul olmus.Vatandasi fislemek,camileri kontrol etmek,kimin oruç tuttugunu,kimin namaz kildigini tesbit etmekle vakit geçirmisler.Hemde vatandasin vergileriyle maasli olarak.
Taraf gazetesi bu rütbelilerin ne islerle mesgul oldugunu ortaya koymus.

Isnanin onuruna dokunuyor.Türk milletinin parasiyla en iyi sartlarda hayat seviyesine sahip olan bu kisiler salmislar mehmetcigi dag basina,kardes kardesi öldürürken yan gelip yatmislar.
Canlari sikildikcada darbe planlari yapmislar,cemaatlari arastirmislar vs.

http://www.taraf.com.tr/haber/35524.htm

Terörist kim

Ergenekon sanığı Emekli Generaller için ne diyordu Ergenekon yandaşları?

“Ömürlerini terörle mücadelede harcamış şerefli kişiler cezalandırılmak isteniyor.”

Yargı süreci devam eden bir soruşturma hakkında ezbere nutuklar atanların maksatları belli aslında. Davayı sulandırmak, milletin “terör” hassasiyetini de sömürerek, savcılara, hakimlere hatta hükümete “KOMPLOCU” çamurunu yapıştırmak.

Ama yine de merak ediyor insan? Acaba bugün Ergenekon sanığı olan emekli generaller, ömürlerini gerçekten hangi terörle mücadelede geçirdi?

Bu soruya cevap bulmak da zor değil artık. Milletin elinde başucu kitabı olmaya aday 350 ciltlik bir Ergenekon dosyası var. Savcıların derlediği iki iddianameyi çıkarırsanız, süzme delilden oluşan 348 ciltlik bir ansiklopedi kalıyor geriye. Müellifi Ergenekon…

Kime ait bu klasörlerde yer alan belgelerin çoğu?

Jandarma Komutanlığı yapmış Orgeneral Şener Eruygur’a… 1. Ordu Komutanlığı yapmış Orgeneral Hurşit Tolon’a… Jandarma İstihbarat Başkanlığı yapmış Tuğgeneral Levent Ersöz’e… Jandarma Bölge Komutanlığı yapmış Tuğgeneral Veli Küçük’e… Ve onlarla bağlantılı çalışan emekli ya da muvazzaf subay astsubay’a…

Sayfalar dolusu plan program. Yüzlerce hatta binlerce dosyalık çalışma. Gerçekten ömür harcamak gerekiyor bunca bilgi ve belgeye imza atabilmek için. Vatandaş nüfus cüzdanını kaybetse bu belgeler arasında bulur emin olun.

Peki neler var “ömürlük mücadelenin” içerisinde?

Adım adım, karış karış bu ülkenin camileri, camilere kaç kişinin girip çıktığı, hangi kamu kurumunda kimlerin namaz kıldığı var. Cadde cadde, sokak sokak hatta kapı kapı vatandaş fişlemeleriyle dolu klasörler.

Hangi sandıkta, kimin kime oy verdiğini tespit etmek için uğraşmışlar. Bu ülkenin valisinin, kaymakamının, hakiminin, savcısının, özel hayatını mercek altına almışlar. Okulları, hastaneleri gözleyip gözetlemişler.

Erinmemişler, kamu kurumlarında çalışanları siyasi görüşlerine göre bölüp parçalayıp, kimin eşi, dostu, anası başörtüsü takıyor sorusunun peşine düşmüşler. Hiç abartısız, hangi ev hanımının Kur’an öğrenmek için kimden yardım aldığını, hangi evde Kur’an öğretildiğini bulup not almışlar.

Başka…
Milletin tanıyıp seçtiği, milletvekillerinin soy ağaçlarını çıkarmışlar mesela. İşlerini görmeyen Genelkurmay Başkanlarını ve ailesini adım adım takip etmişler. Elleri öyle yerlere uzanmış ki, bir komutan eşinin hangi saatte hangi ilacı aldığının bile çetelesini tutmuşlar.

Camileri fişlemekle hedeflerine ulaşamayınca yalan ve iftiralarla ya da yine kendi icat ettikleri şeyhlerle irtica rüzgarı estirme çalışmaları yapmışlar bir de...
İyi de binlerce sayfalık bu “ömürlük mücadelede” hiç mi terör örgütleriyle ilgili plan program ya da bir çalışma yok?

Elbette var. Ama terörü bitirmek ya da yok etmek için değil planlar. Şöyle diyor yine bu şahıslardan ele geçen Ergenekon’un ANALİZ belgesinde: “Öcalan yakalandıktan sonra terör örgütünü tamamen tasfiye etmek yerine Öcalan’la anlaşıp, örgütün yönetimini ele geçirmek daha faydalı olur.”

“Hayatlarını terörle mücadeleye adadı” denilen sanıkların ömür heybelerinde olan şeyler işte bunlar. Bunları gördükçe insanın aklına doğal olarak şu soru geliyor. TERÖRİST KİM?

Soy ağacı çıkarılan, yedi göbekten akrabaları bile takibe alınan Başbakan mı?
Milletin seçtiği milletvekilleri mi, günlük işlerine devam eden ama sırf camiye girip çıktığı için terörist gibi kara listelere alınan millet mi?
Yoksa “yedi sülalemi izleyip fişlemişler” diyen Emekli Genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt ya da baskı ve tehdit mektupları yazılan Hilmi Özkök Paşa mı?

Sahi bu ülkede TERÖRİST kim?

Nadir KILIC/samanyoluhaber
09.Haziran.2009 16:51:56

ordu uslanmiyor

Bu eylem planının hazırlanma tarihi 2009 Nisan.

İnsan nasıl kanlı sonuçlar verebileceğini bilmese, okuduklarına “takıntılı bir çocuğun yazdığı tuhaflıklar” deyip geçecek ama böyle bir “eylem planı” hazırlayanın, yedi yüz bin askeri olan bir ordu olduğunu bilince, ülkenin başına neler gelebileceğini görüp ürperiyorsunuz.

Bu eylem planının hazırlanma tarihi 2009 Nisan.

Daha çok yeni.

Bizim ordunun kafasının nasıl çalıştığını göstermesi bakımından da ibret verici.

Ergenekon sanığı bir emekli subayın evinde ele geçirilmiş.

Belge, “şeriat isteyen AKP hükümeti” diye başlıyor.

Ordu ya da ordunun “bazı birimleri”, hükümetin “şeriat” istediğine karar vermiş.

Ellerinde bir belge var mı?

Yok.

Onlara “öyle geliyorsa” belgeye ne hacet zaten.

Ordu, bir hükümetin “şeriatçı” olduğuna karar verdiğinde “darbe” gerekçesini de kendine göre hazırlamış oluyor.

Ve, emrinde çalıştığı hükümete “şeriatçı” etiketini yapıştırıyor.

Bizim günlük dilde “Fethullahçılar” dediğimiz Fethullah Gülen Cemaati’nin de “şeriat” getirmek için hükümetle işbirliği yaptığını söylüyor.

Bu iki maddeyi yazdıktan sonra da “neler yapılacağını” belirliyor.

Önce “AKP içindeki ajanlarını” harekete geçirecek.

Bu “ajanlar” kafa karıştırıcı açıklamalar yapacaklar.

Sonra ciddi biçimde akıllarını taktıkları anlaşılan Fethullahçılara yönelik operasyon planını yazıyorlar.

Bazı maddeler korkunç.

Fethullahçıların evlerinde silah bulunması “sağlanacak”.

Bu kelime doğrusu bizim çok ilgimizi çekti.

“Sağlanacak.”

Evlerde silah bulunması nasıl “sağlanır” sizce?

Sonra bu cemaat “silahlı terör örgütü” kapsamına sokulacak.

Şimdi çok korkunç ve tehlikeli olan bu yaklaşım işte.

Fethullahçıların “silahlı terör örgütü” olduğunu düşünmüyor ama çeşitli entrikalarla onların öyle “görünmesini” sağlamayı planlıyor.

Bir ordu böyle bir şey yapar mı?

Durduk yerde “silahlı terör örgütü” icat eder mi?

Onun bunun evinde silah bulunmasını “sağlamak” ordunun işi mi?

Gömdükleri mayını temizlemeyi beceremiyorlar ama evlerde silah bulunmasını “sağlamayı” beceriyorlar.

Böyle ordu mu olur?

Fethullahçılarla PKK’lıların “işbirliği” yaptığına halkın inanmasını sağlayacak haberler yaptırmak da operasyonun parçası.

Böylece PKK’ya düşman olan Müslümanlar Fethullahçılara da düşman olacaklar.

Farkındaysanız tamamen “bölme” üzerine bir plan bu.

Sürekli “birlik ve beraberlikten” söz eden ordu, kendi stratejisini “bölme” üzerine kuruyor.

Zaten bu ülkede bütün sistem bu “bölme” üzerine kurulu.

Ezilenlerin hepsini bölüp birbirine düşman ediyor.

Dindarla Kürdü birbirinden ayırıyor, solcuyu dindara düşman ediyor ve böyle yönetiyor.

Bunun için kullandığı en elverişli alet de “milliyetçilik.”

Hatta, Ermenistan ve Yunanistan aleyhine haber ve yorumlarla “milliyetçiliği” beslemek de “operasyonun” hedefleri arasında.

Bu arada, Ergenekon çetesi üyesi olmaktan yakalanan muvazzaf subayları da koruyacaklarmış.

Onların “şeriatla” mücadele eden insanlar olarak sunulmasını sağlayacaklarmış.

Bütün bunları da “medyayı” kullanarak gerçekleştirecekler.

Ordunun bütün planlarının içinde hep bu “medyaya” rastlıyorsunuz.

Medyayı kullanıyorlar ve daima kullanabileceklerini biliyorlar.

Ergenekon örgütünün bir parçası ordunun içine uzanıyor.

Bunu yakalamaya uğraşmıyorlar.

Ergenekon cephaneliğinden ordunun silahları çıkıyor.

Bununla da uğraşmıyorlar.

Hükümeti şeriatçı ilan etmek ve bir cemaatin üyelerini “silahlı terör örgütü” kılığına sokmak için planlar yapmakla uğraşıyorlar.

Bu Fethullahçı denilen insanlar suç işliyorlarsa, devlet “belgelerini” bulur ve yargılar.

Devlet, yargı, polis, ordu, “ben bunlardan kuşkulanıyorum, bunların evinde silah bulunmasını sağlayayım” diyemez.

Bunu yapmak suçtur.

Devletin ve ordunun suç işleme özgürlüğü yoktur.

Ordu bunu bir türlü anlamıyor.

Plan üstüne plan yapıyor.

Ona buna iftira atmak, dehşet salmak, panik yaratmak ve insanları bölmek için plan yapan ordu olmaz.

Ordu, ülkeyi savunur ve mümkünse kendi gömdüğü mayınları çıkartmayı becerir.

Artık bizim ordu kendi işinin “askerlik” olduğunu kavrasa da Türkiye bir rahatlasa.

Yoksa bu ordu bu ülkeye rahat vermeyecek.

Ahmet Altan
12.Haziran.2009 11:25:03

10.06.2009

Verin vakiflari alin maasinizi

Inançlar konusunda her zaman Fransa modeli laikligi savunmusumdur.Yani mademki laik bir devlette din devlet islerine karismiyor,yasalar dini kurallara degil insanlarin koydugu kurallara göre isliyor,o zaman devlet de din islerine karismasin.
Her dini cemmat kendi ibadethanesini yaptirsin ve gereken bütün masraflari kendileri karsilasin.Böylece devlet eliyle bazi mezheplere destek bazilarinada köstek olunmaz.Gerçek laiklik ilkeside bunu gerektirir.

Bunu laikligi savundugum için söylemiyorum.Laiklige kesinlikle karsiyim.Türkiye Cumhuriyeti Osmanli devletinin bir devamidir.O cumhuriyeti kuranlarda osmanli halkidir.Osmanli halki ise müslümandi.Dolayisiyle yapilan ilk anayasada oldugu gibi Türkiye Cumhuriyetinin dini islamdir diye yazilmasi lazimdir.
Mademki devleti elinde tutan ittihat ve terakkici laikciler buna müsade etmiyor o zaman laiklik tam ve eksiksiz uygulansin.

CAMİLERİN VAKIFLARINI GERİ VERİN!
Benim bildiğim şu ki; bu taleplere ben olsam, “Hodri meydan” derim!..
Evet, hodri meydan!..
“Verin vakıflarımızı, alın maaşlarınızı!”
Evet, evet “Diyanet” de sizin olsun, “imamlara ödenen paralar” da!.. Hiç olmazsa, “Diyanet, Sünnilerin egemenliğinde!.. Orada niye Alevî temsilcisi yok?” gibi safsatalardan da kurtulmuş oluruz!..
Tekrar ediyorum;
“Verin Vakıf’ları,
Diyanet sizin olsun!”
Çünkü efendim;
Özellikle “Osmanlı” döneminde kurulan “Vakıflar”ın tamamı, “camilerin ve imaretlerin ibâte ve iaşelerini temin” maksadıyla hayata geçirilmiştir!..
“Camilerin bakımı”ndan tutun da, “imam ve müezzinlerin maaşı”na ve hatta “misafir”in ağırlanmasından tutun da, “yok-yoksulun doyurulması”na kadar, bütün “hayır-hasenat” işleri “Vakıf gelirleri” ile yürütülürdü!.. Bu vakıfların hiçbiri de; “devlet”e ait değildi!..
“Kişi”lere aitti!..
Alın size, basit bir örnek;
Şu anda, içinde bir sürü dükkânın bulunduğu “Kapalıçarşı”nın, “Ayasofya Camii’nin ihtiyaçlarını karşılamak için” inşa edildiğini biliyor muydunuz?..
O Kapalıçarşı ki;
Sadece “dükkân kiraları”yla, değil Ayasofya Camii’ni, onun gibi yüzlerce caminin ihtiyaçlarını karşılar!..
Ve tabiî, binlerce imamın maaşını da!..
Nasıl; “beyzadeler” kabul ediyor mu bu teklifimi?.. Yapılacak iş çok basit: verin, bir “vakıf malı” olan Kapalıçarşı’yı, kurtulun “imam maaşı” ödemekten!..
Teklifimi tekrarlıyorum;
Hemen hepsi de “cami”lerin ve “imaret”lerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulmuş “vakfiye”lerin “arazi” ve “dükkân”larını, “aslî sahibi olan cami”lere verin, kurtulun “imamlara maaş” ödemekten!..
Gayet açık söylüyorum;
Ya bu teklifimin gereğini yapın, ya da zırt-pırt ortaya çıkıp da, “imamların maaşı”nı gündeme getirmeyin!..
Zira, iyice sıktınız artık!..
Yetti be!..

AÇILIMLAR DİKİŞ TUTMAZ, ÇÜNKÜ!
“Açılım” edebiyatıyla ona-buna “mavi boncuk” dağıtmak isteyenler, bu “tarihî gerçekler”le de yüzleşmeli ve ona göre adım atmalıdır!..
“Açılım” deyip de; “dere geçerken at değiştirmeye” yeltenenler bilmelidir ki; “istismarlar”la “günü kurtarmak” belki mümkün olabilir ama “kalıcı çözüm” bulunmaz!..
Bunu CHP de bilmeli, MHP de!..
Çünkü millet; “kimin ne olduğunu ve neyin peşinde koştuğunu” gayet iyi biliyor!..
Onun içindir ki; “CHP’nin çarşaf açılımı” fiyaskoyla sonuçlandı!.. Bu gidişle, “MHP’nin Alevi açılımı” da tutmaz!..
Uzun lafın kısası;
“Milletin örf, âdet ve inancı”nı hiçe sayan hiçbir adım, hiçbir kişiyi “hedef”e ulaştırmaz!..
Çünkü hedef, yola çıkarken belirlenir!..
==================
İşgal edilen vakıf malları!
Malûm, bu ülkede; “cami”leri “devlet” değil, “millet” yaptırıyor... Millet “mendil” seriyor, yine de yaptırıyor “cami”sini!.. Dolayısıyla; “Alevi” vatandaşlarımız da; eğer “Cemevi” istiyorlarsa, pamuk ellerini ceplerine atacaklar!..
Ama onlardan bazıları; “ellerini ceplerine atmak” yerine “çamur atmayı” tercih ediyorlar... Diyorlar ki; “Benim ödediğim vergilerden imamların maaşı ödenmesin!.. Çünkü ben camiye gidip, imamın arkasında namaz kılmıyorum!.. Bana faydası olmayan imama, niye benim vergimden maaş veriliyor ki?!?”
Böyle düşünenler haklı!.. İşte onun için diyorum ki; “cami”ler için kurulmuş “vakfiye”ler yeniden camilere verilsin ki; “camilere masraf” da yapılmasın, “imamlara maaş” da ödenmesin!..
Çünkü efendim; Haziran 2004 sonu itibariyle ülkemiz genelinde 15 bin 393 bina, 47 bin 126 arsa, 24 bin 592 arazi, 174 bin 72 tarla, 19 bin 814 bağ-bahçe, 9 bin 45 orman alanı, 7 bin 220 orta malı (kamunun kullanımında olan mallar), 3 bin 906 deniz dolgu alanı, bin 106 su ve su ürünü alanı, 534 tarih ve kültür alanı, 140 adet de maden ve ocak alanı olmak üzere toplam 302 bin 946 adet Vakıf malı işgal edilmiş durumda bulunuyor.
Dahası da var; Osmanlı döneminden kalma 220 milyon metrekare vakıf arazisi ve dükkanını izinsiz kullanan 25 bin 718 işgalcinin devlete verdiği zarar, 400 trilyon lira olarak ifade ediliyor!..
Verin bunları camilere, kurtulun “imamlara maaş” ödemekten!..

Hasan Karakaya - Vakit

6.06.2009

Obama Bir lider profili

Bizde birçok gazetenin manşetine "Esselamünaleyküm diye başladı" şeklinde yansıdı.

Yanlış bir ifadeydi. Ama bu yanlışı Obama yapmamıştı.

Şimdi burada "yanlış bir ifadeydi" sözümün de anlaşılmayacağını biliyorum. Çünkü o manşeti atan arkadaşlarımız yanlışın da farkında değillerdir. Değillerdir, çünkü bizim Müslüman toplumumuzda, özellikle okumuş yazmış kesimlerde "İslam kültürü" kulaktan dolmadır.

Yanlış basit ama yanlış işte.

Obama'nın yapmayacağı kadar yanlış.

Yanlış nerede?

Bir "n" harfinde. "Esselamü-n-aleyküm"deki "n" harfi fazla. Şayet bu selam "selamünaleyküm" şeklinde söylenseydi "n" harfinin bulunması doğru olurdu. Bu, basit bir Arapça kuralı. Bunu söylemenin ukalalık diye algılanmasını istemem. Ama maalesef, bizde sık sık yapılan bu tür minik hatalar, bir kültür boşluğunu da ifade etmiş oluyor.

Ve işte bunu Obama yapmıyor.

Obama, "İslam dünyası"na seslendiğinin bilinci içinde, ama bir "Dünya lideri" olduğunu da unutmadan, yani Kahire'de Müslümanlar'a hitap ederken bu nutku tüm dünyanın ilgiyle dinleyeceğini dikkate alarak, son derece dengeli bir dil üretiyor.

Ama, yine buna rağmen, Amerika ile daha genelde Batı dünyası ile İslam dünyası arasındaki duygu kırılmalarını dikkate alarak "İslam'la ilişkilerde yeni bir başlangıç yapma" hassasiyeti ile konuşuyor.

Burada derin bir hassasiyet olduğunu vurgulamam lazım.

Sorayım size:

Bizde kaç kişi, Peygamberimiz'in adının geçtiği yerde salavatı şerife getirmeyi akıl eder?

Bunu Obama yapıyor.

Obama, söze "Esselamü-aleyküm" diyerek de başlıyor.


YAZININ DEVAMI>>

Batalım ama laik kalalım



‘Ekonomik büyümeye çokça vurgu yapılarak laiklik gündemden düşürülüyor’ diyen Yargıtay Başsavcısı Yalçınkaya’nın ne demek istediği tam anlaşılamadı. Başsavcılığın Onur Günü’nde konuşan Yalçınkaya’nın parti kapatmalarla ilgili mesajı daha açıktı. Başsavcı, DTP’nin kapatılması gerektiğini Avrupa’dan gerekçelerle savundu. Abdurrahman Yalçınkaya, “Venedik Kriterleri’nde tek parti kapatma gerekçesi, şiddet değil; hoşgörüsüzlük yüzünden de parti kapatılabilir” diyerek AKP’ye de mesaj gönderdi. Başsavcı, Ergenekon’dan Anayasa değişikliğine kadar herşeye karşı çıktı

2.06.2009

Mason komutanlar

Kökü dışarıda, dalları üzerimize düşen yabani ağaçları tanımasaydık, tanıtmasaydık, gözlerimizi yumsaydık daha mı iyi olacaktı?
Ülkemizi örümcek ağı gibi sarmış “Mason Locaları”nı isim isim saymış Yeşilyurt... Bunun artık gizleneceği kalmamış...
Ta Osmanlı’nın hasta adamlık günlerinden zamanımıza kadar isimler resmigeçit yapıyor...
Orgeneral Refik Tulga... 33. derece üstad mason.
Orgeneral Eşref Manas... Üstad Mason-Erenler Locası.
Korgeneral Selahattin Tokay... Sebataist ve Bilderberg üyesi.
Korgeneral Şefik Erensü... Üstad Mason-Erenler Locası...
Tümgeneral Prof.Dr. S. Tahsin Aygün... Büyük Loca kurucusu...
Tümamiral Necdet Tiryaki... 33. derece Üstad Mason...
Tümgeneral Zeki Belgin... Ankara İnanış Locası...
Tümgeneral Necmi Ökten... Ankara Yıldız Locası...
Tuğgeneral Prof. Dr. Kamil Sokullu... Büyük Loca kurucusu...
Tuğgeneral Prof. Dr. Necip Berksan... 33. derece Üstad Mason...
Tuğgeneral Prof. Dr. Saim Bostancı... Bilderberg üyesi...
Tuğgeneral A. Kemal Sarıay... Suprem Konsey üyesi...
Tuğgeneral Alaaddin Mizanoğlu... Ankara İnanış Locası...
Tuğgeneral A. Remzi Yiğitgüden... 33. derece Üstad Mason...
Tuğgeneral İlker Güven... 33. derece Üstad Mason...
Kur. Albay N. Tahsin Erol... Büyük Loca kurucusu...
Kur. Albay Ertuğrul Alatlı... 33. derece Üstad Mason...
BÜYÜK-KULÜP-Cercle d’Orient üyeleri:
Bu kulübün üyelerini ve niçin kurdurulduğunu, kimlere hizmet götürdüklerini kitabı okuyunca öğreneceksiniz...
Oramiral Bülent Ulusu-Büyük Kulüp-Cercle d’Orient
Oramiral Nejat Tümer-Büyük Kulüp-Cercle d’Orient
Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu-Büyük Kulüp-Cercle d’Orient
Orgeneral Çevik Bir... Büyük Kulüp Balotaj Başkanı.
Orgeneral Necati Özgen... Büyük Kulüp Cercle d’Orient.
Orgeneral Yaşar Büyükanıt... Büyük Kulüp-Cercle d’Orient...
Orgeneral İlker Başbuğ... Büyük Kulüp Şeref Üyesi...
Büyük Kulüp Cercle d’Orient Yönetim Kurulu bir renkler cümbüşü sanki:
Duran Akbulut-Yüksel Yalova-Tevfik Altınok-Atalay Şahinoğlu ve aklınıza getiremeyeceğiniz siyaset numuneleri...
Disiplin Kurulu da enteresan:
Mehmet Moğultay-Başkan-Tümamiral Nezih İşeri, Süleyman Demirel familyasının damadı ve CHP milletvekili İlhan Kesici, saymakla bitmeyecek diğer zevat...
Meşhur sosyologlardan Ziya Gökalp’in de Mason olduğu kaydedilen kitapta çok şok edici isimler bulunmaktadır...
“Eee, bunlardan bize ne? Herkesin özel hayatına niçin gireceğiz? Bunlar doğru değil” diyenlere vereceğim cevap:

Cumhuriyet Gazetesine soru :Türk askeri katilmi?

Cumhuriyet Gazetesi orta sayfasinda bir ilan vermis :

“38 yıl önce Nurhak Dağı’nda katledilen devrimci gençlik hareketi liderlerinden Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan ve KadirManga şarkılarla, şiirlerle anıldı.”

"Katledilenler"
bir banka soygunu sonrasında dağlara çıkan THKO üyesi teröristler!

"Katleden kim?"
-Türk askeri!

Yani Cumhuriyet Gazetesi türk askerine katil, THKO soyguncularinada masum diyor.

Bazi DTP liler "sayin Öcalan" dedigi için mahkemeye çagrilirken nasilsa terör ve teröristi överek açiktan suç isleyen Cumhuriyet Gazetesine kimsenin sesi çikmiyor.

İşin dahada vahimi TSK resmi ilanlarini bu gazeteye vererek dogrudan destekliyor.

TSK ve Mehmetcik vakfi ilanlarini hep bu gazeteye verip, teröristi överek suç isleyen bir gazeteye destek veriyor.

http://habervaktim.com/yazar/14679/nurhak_teroristleri___cumhuriyet_gazetesi___mehmetcik_vakfi.html