Ayasofya’yı Unuttuk
![]() |
| ||
Ayasofya’yı Unuttuk | |||
1453’te İstanbul’u kuşattığı zaman Fatih Sultan Mehmed Han, son Bizans imparatoruna elçi göndermiş ve şehri teslim ettiği takdirde halka ve mallarına hiçbir zarar gelmeyeceğini, kendisine de Mora’da krallık verileceğini bildirmişti. İmparator bu teklifi kabul etmemiş, şehir savaş ile ele geçirilmişti. Fatih Ayasofya’yı cami haline getirmiş ve bir vakfiye (vakıf senedi) yazdırmıştı. “Allah’a ve âhirete iman eden hiçbir kimse için; sultan olsun, melik olsun, vezir olsun, bey olsun, şevket ve kudret sahibi biri olsun, hâkim veya mütegallib (zâlim ve diktatör) olsun; özellikle zâlim ve diktatör idareciler tarafından tâyin olunan, fâsid bir tahakküm ve bâtıl bir nezâret ile vakıflara nazır (bakan) ve mütevelli (idareci) olanlar olsun ve kısaca insanlardan hiçbir kimse için, bu vakıfları eksiltmek, bozmak, değiştirmek, tağyir ve tebdil etmek, vakfı kendi haline bırakıp terk etmek ve fonksiyonlarını ortadan kaldırmak, asla helâl olmaz. Evet, İstanbul’un fatihi, Sultan İkinci Mehmed Gazi Han hazretleri, Ayasofya vakfiyesinde böyle yazdırmıştır. Fatih Sultan Mehmed Han hazretleri hem gazi hem de şehiddir. Son seferine çıktığı zaman, Yahudi Dönmesi Hekimbaşı Yakup paşa (Maestro Iacobo) tarafından zehirlenerek can vermiş, şehid olmuştur. İmdi Türkiye Müslümanları iyi bilsinler ve bir an hatırlarından çıkartmasınlar ki, vakfiyedeki lanetler, beddualar, manevî tehditler hepimizin üzerinde bir uğursuzluk bulutu olarak durmaktadır. Bizler hafızalarımızı yitirmiş, yahut gaflet etmiş olabiliriz ama bu yitirme ve gaflet; tehditleri, lanetleri, bedduaları ortadan kaldırmaz. Eskiden bu memlekette hürriyet yoktu, demokrasi yoktu, sesini çıkartmak yoktu. Bugün, yüzde yüz olmasa bile bunlar var. Artık iyilikleri emr, kötülükleri nehy hususunda sınırlı da olsa hürriyete ve imkana sahibiz. Niçin Ayasofya ve ona benzer konularda bu hürriyet ve imkanı kullanmıyoruz? Ayasofya’nın camilikten çıkartılması, ezanlarının susturulması, orada Allah’a ibadet edilmesinin yasaklanması; hem İslâm hukukuna ve şeriata, hem de laik ve seküler hukuka aykırıdır... Evrensel ve temel insan haklarına aykırıdır... Din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyetine aykırıdır... Millî menfaatlerimize, millî kimlik ve kültürümüze aykırıdır. Niçin yasal sınırlar içinde bu haksızlıkları ve aykırılıkları tenkit ve protesto etmiyoruz? Niçin haklarımızı aramıyoruz? Niçin Fatih Sultan Mehmed Han’ın lanetinden ve bedduasından hem kendimizi, hem devleti, hem ülkeyi kurtarmak için gereği gibi çalışmıyoruz? Heyhat heyhat heyhat!.. Müslümanların içinde şimdi öyle taifeler var ki, bırakın Ayasofya’yı tekrar cami yapmak, Dinlerarası Diyalog adına Hıristiyanlara vermeye hazırdırlar. Bu memleketin seması kara ah bulutlarıyla kaplıdır. Sultan Abdülaziz’in ahı, Sultan Abdülhamid’in ahı... Fatih’in ahı, Ayasofya’nın ahı... İskilipli Atıf Efendinin ahı, Erbilli Şeyh Esad Efendinin ahı... Seher vakitlerinde idam sehpalarında can veren ulemanın, meşayihin, sülehanın ahları... Kapatılan medarisin, seddedilen tekaya ve zevayanın ahları... Binlerce, on binlerce ahlar... Bütün bu ahlar bizleri yakar... Unutmakla, gaflet etmekle kendimizi kurtaramayız. Allahü Teala yüce Kur’an’da Müslümanları “Maruf (iyilik) ile emreden ve münkerden (kötülükten) alıkoyan” bir topluluk olarak vasf etmektedir. Biz niçin bu farizayı (emr-i maruf ve nehy-i münker) yerine getirmiyoruz? |
0 Yorum:
Yorum Gönder
Kaydol: Kayıt Yorumları [Atom]
<< Ana Sayfa